anasayfa hakkimizda linkler iletisim
   
   
SİTE PLANI
Şifa Nedir
Bireysel Hizmetler
Uygulamalar & Teknikler
Eğitimler
Psişik Korunma
Aura ve Enerji Alanı
Tamamlayıcı Yöntemler
Ruhsal Şifacılar
Yazılar
Kitaplar
 
 
 
 

TANRIÇA PSİKOLOJİSİ

 Dr. Roger WOOLGER 

DİŞİL ANLAYIŞIN kadınların bilincindeki dikkat çekici uyanışına tüm dünya genelinde tanıklık ediyoruz ve bu uyanış Batılılaşmış ülkelerde çok daha yoğun olarak gözlemleniyor. Çoğu erkek bundan korkarak göz ardı ediyor, diğerleri ise bu uyanış karşısında zorlanıyor, bunu bir nevi meydan okuma olarak algılıyor. Ataerkil toplum anlayışına yönelik olarak tam bir antitez görünümü teşkil ettiğinden dolayı radikal yorumcular bu uyanışı mecazi olarak “Tanrıça’nın geri dönüşü” olarak adlandırıyorlar.

Kadın bilincindeki bu hareketlenme ve erkeklerde meydana getirdiği karşı tepki hayatımızı ve düşünce kalıplarımızı yavaş yavaş da olsa geri dönülemez bir şekilde her yönden değiştirmeye başlıyor. Kendimize, değerlerimize, siyasi anlayışımıza, karşı cinsle olan ilişkilerimize ve evrendeki yerimize yönelik kabullendiğimiz her şey bu uyanış karşısında zorlanıyor.

Dişil unsura yönelik bu yeniden uyanışın kökenleri nelerdir acaba? Böyle büyük bir bilinç değişimi nasıl başlamıştır? Çoğunlukla siyasi nitelikli midir?

Şüphesiz, feminizm hareketi bu büyük değişimin çağımızdaki en önemli kaynaklarından biridir. Ancak kadınların büyük çoğunluğu politik ve entelektüel anlamda çoğu feminist kadar donanımlı değildir. Feminist bakış açısı sadece çok küçük ama yine de önemli orandaki bir kadın kitlesi adına genel olarak konuşmaktadır. Çalışan ya da çalışmayan kadınların çoğunluğu esas rolleri itibarıyla en çok eş, sevgili ya da anne olarak kendilerini tam hissetmektedirler.

Öte yandan kadınların büyük önem taşıyan bir başka kesiti daha vardır. Bu kadınlar çoğunlukla yalnız yaşayan ve pek de tanınır olmayan şairler, ressamlar ve müzisyenlerdir; arka planda ise şifacı, terapist, herkesin danıştığı bilge ve mistik kadınlar olarak da sessizce hayatlarını sürdürmektedirler. Bu büyük değişiminin homurtularını onlar da işitmektedir ve sesleri feminist kız kardeşleri denli gür olmasa da katkıları muazzam önemdedir. Tanrıça psikolojisi tüm bu kadınları içermek durumundadır. 

Tanrıça Nedir?

TANRIÇA tabiri ile hem kendi içimizde hem de çevremizdeki kadınlar dahilinde fark ettiğimiz karmaşık bir dişil karakterin psikolojik tarifini kastediyoruz; bu tarif kültürümüz çerçevesinde rastladığımız imaj ve simgeleri de kapsıyor. Örneğin, şehirlerde gördüğümüz son derece şık giyimli, zeki ve genç bir kariyer kadını Athena kadını dediğimiz tanrıça tipinin canlı, somut halini teşkil ediyor; Athena ismi ise Antik Yunan’da Atina şehrine hükmeden tanrıçadan gelmekte. Günümüzde son derece geçerli ve popüler olduğu için magazin dergileri, sinema filmleri ve romanlar bir model olarak tekrar tekrar onu öne sürüyorlar.

Öte yandan Athena gibi bir tanrıça tipi medya modeli ya da klişeden çok daha fazlası aslında. Athena oldukça karmaşık ve gelişmiş bir bilinç halini de temsil ediyor; bu bilinç hali ise bu tipteki kadınların duygu dünyalarıyla, düşünce ve davranış şekilleriyle ilgili her şeyi karakterize ediyor. Athena kadınının en belirgin özellikleri çalışkan, başarı odaklı, bağımsız ve entelektüel olmaları. Eğitime değer veriyorlar, yüksek bir siyasi ve sosyal farkındalıkları var, genellikle de kariyerleri eşlerinden ve çocuklarından önce geliyor.

Böylesi kadınların davranışlarının arkasında, onları başlı başına bir tip haline getiren temel bir dinamik var. Bu dinamiğin bir kısmının sosyal olarak edinildiği, diğer bir kısmının ise doğuştan geldiği, içsel olarak bulunduğu görülmektedir. Böylesi bir psikolojik dinamik bir grup bireyin tamamında gözlemlendiğinde, Jung’un tabiriyle buna arşetip deniliyor. Jung en saf halleriyle mitolojide ve edebiyatta rastladığımız, farklı kılıklara bürünmüş hallerde ise herkesin rüyalarında ve fantezi dünyalarında ortaya çıkan bu dinamik tiplerini gözlemleyen ilk kişidir. Günümüzde ise bu dinamikler sinema filmlerinde, televizyonlarda gösterilen pembe dizilerde ve medyanın tanınmış kişilerin yaşamlarına yönelik yaptığı yayınlarda rahatlıkla gözlemlenebilirler.

Öyleyse tanrıça mitolojik bir hikaye ya da destan metninde dişil arşetipin alabileceği formlar şeklinde nitelenebilir. Masallarda ise bu arşetip bir prenses, kraliçe ya da cadı olarak gözlemlenebilir. Bizler rüya gördüğümüzde veya hayallere daldığımızda da bilinçdışı zihnimiz kültürümüzdeki arşetipsel imgelere ait ortak bir havuzdan yararlanabilir (Jung bu havuza kolektif bilinçdışı adını vermektedir).

Tanrıça Athena Homeros’un İlyada Destanı’nda yer aldığı şekliyle genç, savaşçı kahramanların koruyucusu ve refakatçisidir fakat bu tanrıçanın dönemin Yunan halkı için diğer pek çok işlevi daha vardır. İster antik Yunan’da ister modern kentli kadınlarda olsun agresif, hırslı ve yüksek bir medeniyet seviyesindeki insanlar dahilinde yükseliş gösteren oldukça karmaşık, dişil bir enerji dinamiğini imgesi dahilinde bir araya toplamaktadır o. Bu anlamda, Athena’nın günümüzde de hayatta olduğunu düşünüyoruz. Günümüz toplumundaki pek çok kadının ortak davranışlarına, tavırlarına, görüş ve ideallerine ilham verdiğini, bilgi kaynağı teşkil ettiğini gördüğümüz psişik enerji alanını bir tanrıça olarak enkarne etmektedir.  

Temel Tanrıça Tipleri 

MODERN KADININ ve günümüz toplumunun yaşamında azami etkinlikte yer aldığını gözlemlediğimiz altı temel Yunan tanrıçasını seçtik. Bu altı tipin temel özellikleri ise şöyle özetlenebilir:

§    Athena Kadını: Bilgelik ve uygarlık tanrıçası tarafından yönetilir; başarı, kariyer, eğitim, entelektüel kültür, sosyal adalet ve siyasetle ilgilidir.

§    Afrodit Kadını: Aşk tanrıçası tarafından yönetilir; temel ilgi alanları ilişkiler, cinsellik, aşk, ilgi çekici olmak, romantizm, güzellik ve sanatsal ilhamdır.

§    Persefon Kadını: Ahiret tanrıçası tarafından yönetilir; medyomluğa yatkındır; ruh dünyaya, okült kavram ve bilgilere; sezgisel, düşsel ve mistik deneyimlere, ölümle alakalı konularla ilgilidir.

§    Artemis Kadını: Vahşi doğa tanrıçası tarafından yönetilir; pratik ve atletiktir. Macerayı, fiziksel kültürü, yalnızlığı, doğada bulunmayı ve açık havayı, hayvanları sever. Çevrenin korunması, alternatif yaşam biçimleri ve kadınların oluşturduğu gruplarla ilgilidir.

§    Demeter Kadını: Ekin tanrıçası tarafından yönetilir; verimliliği, beslemeyi ve çocukları seven, annelik meziyetlerine sahip bir kadındır. Çocuk sahibi olmanın, doğurganlığın, kadına özgü döngülerin tüm yönleriyle ilgilidir.

§    Hera Kadını: Gökyüzü kraliçesi tarafından yönetilir. Evlilikle, erkeklerle olan birlikteliklerle, ayrıca kadının lider ve kural koyucu olduğu her yerde güçle ilgili meselelerle ilgilidir.

 Özellikle vurgulamak istediğim şey her kadının davranışlarının ve psikolojik tarzının temelinde bu tanrıçalardan sadece birinin değil, birkaçının çeşitli kombinasyonlar oluşturarak bulunduğudur. Bireylerin Aslan veya Balık diye sınırlandığı astrolojinin aksine, her kadın tüm tanrıça tiplerinin komplike bir karmasıdır. Bu çerçevede kadının kendini daha iyi tanıması demek, esas itibarıyla hangi tanrıçaların etkisi altında olduğunu bilmesi, hayatının bazı aşamalarında ve dönüm noktalarında farklı tanrıçaların hangi etkilerde bulunduğunun farkında olması demektir.

Erkekler de tanrıça tiplerinin etkisine maruzdur. Kadın suretindeki bu etkileri genellikle kendilerine daha yabancı olarak deneyimleseler de bunlara karşı ya çekim hissetmekte ya da güçlü tepkiler duymaktadırlar. Psikolojik açıdan baktığımızda, erkeklerin tanrıçaları kendilerine çekici ya da itici gelen medyatik imajlarda olduğu gibi, çevrelerindeki kadınlara yansımış olarak da deneyimlediklerini söyleyebiliriz.

Erkeklerin kadınlarla olan tüm ilişkilerinin, bir veya daha fazla tanrıça enerjisiyle ve bu enerjilere özgü belirli arşetipsel kalıplarla şekillendiğine inanıyoruz. Bir erkek bilinçdışından hareketle bir kadında Demeter’i, diğeri ise ilişkilerini kontrolüne alması için Hera’yı arıyor olabilir pekala.

Tanrıça Lisanının Gücü 

JUNGÇU teoriye göre tanrıçalar arşetiplerdir. Bunlar kelimenin daha geniş anlamıyla dişil diyebileceğimiz düşünce, his, sezgi ve davranışlarımızdaki duygusal kalıpların başlıca kaynağıdır. Her nevi yaratıcı ve ilham kaynaklı düşünce, besleyici anaç hisler, annelik ve hamilelik halleri, tüm tutku ve arzular, cinsellik, bağlanmaya yönelik tüm itkiler, sosyal dayanışma duyguları, birlik olma hali, arkadaşlıklar, ortak bir görüş etrafında bir araya gelen gruplar, tüm birleşme ve kaynaşma halleri; ayrıca kendine katmaya, içine almaya, yıkmaya, çoğalmaya, üretmeye, benzerini yaratmaya yönelik tüm dürtüler dişil unsurun evrensel arşetipine özgüdür. Ne var ki modern akademik psikoloji, eril çıkarımlara duyduğu aşk çerçevesinde zihinsel ve ruhsal olarak körelten bir lisanı yeğleyerek “içgüdü,” “dürtü,” “güdü” ve “davranış kalıpları” gibi tabirleri kullanmaktadır. Oysa bu nevi kelimeler insanın hayal dünyasında hiçbir imge oluşturmamakta, ruhunda hiçbir idrak ışığı yakmamaktadır. Arşetipçi psikolog James Hillman’ın da parmak bastığı üzere “psikolojinin lisanı insan ruhuna yönelik bir aşağılamadır.”

Öte yandan Antik Yunanlar ve tüm antik kültürler bu enerjileri ruhsuz birer soyutlama olarak değil, ruhsal olarak canlı, yaşayan kuvvetler olarak idrak etmiş, psikolojik süreçlerimiz üzerinde daimi olarak çok kuvvetli tesirlerde bulunan güçler veya enerjiler şeklinde algılamışlardır. İnsana özgü davranış ve deneyimlerin farklı yönlerini aktive eden, şekillendiren spiritüel güçleri idrak ettiklerinde bu fenomenleri “tanrı ve tanrıçaların cebri” olarak nitelemişlerdir. Jung bu nedenle, “her kompleksin özünde bir tanrı veya tanrıça vardır,” ifadesinin üzerinde durmuştur. Dolayısıyla antik dönemde bu güçlere atfedilen isimler (Afrodit, Athena, Demeter vb.) ve hikayeler bizim bugün kompleks dediğimiz şeyleri insanların nasıl canlı, yaşayan formlar olarak gördüğünü ve kişileştirdiğini yansıtmaktadır. Tanrıçalar efsaneler dahilinde pek çok defa ve değişik şekillerde kişileştirilmiştir; ancak bunlar yine de herhangi bir kadının aşık olduğunda (Afrodit), bir ideale yönelik ilham duyduğunda (Athena) ya da kendisini tamamen annelik rolüne verdiğinde (Demeter) sergileyebileceği davranış ve hislerin tipik halleridir.

Hayatımızda bir tanrıça enerjisi ortaya çıktığı zaman yaptığımız her şeyin büyük değişimler içinde olduğunu görürüz; aniden çılgınca aşık olmuşuzdur, bir amaç yönünde tutkuyla seferberliğe koyulmuşuzdur ya da dünyaya gelecek bebeğimiz için hazırlıklara girişmişizdir vb. Davranış ve eğilimlerdeki bu ani dalgalanmalar veya radikal değişimler Jung tarafından da gözlemlenmiştir; dolayısıyla Jung arşetiplerin davranış ve eğilimleri sadece yapılandırıp şekillendirmediğini, onları büyük dönüşümlere de uğrattığını kaydetmiştir. Şair Robert Bly, Jung’un değerlendirmelerine yorum getirerek arşetiplerin dönüştürücü tanrıçalar gibi olduğunu söylemiştir çünkü ergenlik, evlilik ya da vefat nedenli yas dönemleri gibi hayatımızdaki önemli değişim evrelerinde ortaya çıkmakta; hislerimizi, anlayış ve algılarımızı, eğilimlerimizi ve davranış şekillerimizi tamamen değiştirmektedirler.

Eğitim sistemimizin mantık temeline dayalı olması nedeniyle antik efsanelere -tanrı, tanrıça ve kahramanların hikayelerine- batıl birer saçmalık gözüyle ve tepeden bakma eğilimindeyiz. Gerçekte ise bunlar son derece bilge, yüksek seviyeli, çok yönlü ve detaylı psikoloji. Sadece, akademik psikolojinin mekanik çıkarımları dahilinde değerlendirilmeye alınmayıp daha çok resimlerin, dramanın ve öykülerin şiirsel dilinde kendilerine yer buluyorlar.

Aslına bakarsak, o ya da bu kılığa bürünmüş olsalar da tanrıçalar hala aramızdadır ve güçlü tesirlerini hepimizin hayatına yansıtıyorlar.            Öte yandan günümüz kadınının iç dünyası ve hayatı dahilinde bu tanrıçalardan hiçbiri tamamen mutlu değil. Hiçbiri tamlık, bütünlük içinde değil ve ipuçlarını vermiş olduğumuz yaraları taşımakta. Anne-Tanrıça’nın bütünleşmiş inancının çok uzun zaman önce yitip gitmiş olmasına rağmen, her kadının (ve pek çok erkeğin) derinliklerinde O’nun bir zamanlar temsil ettiği sevgiye, itibara ve insan bilincini kat kat aşan bütünlük vizyonuna geri dönmek yönünde bastırılamaz bir arzu var.  

Parçalanmış Tanrıçaların Şifalandırılması

KADINLAR OLARAK yapımıza hangi tanrıçanın hakim olduğunu, erkekler olarak ise hayatımızı en çok hangisinin etkilediğini net olarak anladığımızda bu sefer karşımıza daha zor bir iş çıkıyor. Bu durumda, içimizde zayıf kalmış, ihmal edilmiş ya da derinden yaralanmış hangi tanrıça varsa ona kulak vermemize, ilgi göstermemize ihtiyaç var.

Arkadaşlarla ya da tuttuğumuz günlük aracılığıyla kendimizle diyalog halinde olmak tanrıça yaralarının iyileştirilmesindeki ilk aşamadır. Eğer içimizdeki Athena’nın, yine içimizdeki Demeter’e karşı en azından yabancı bir tutum içinde olduğunu kabul etmesini sağlayamazsak kariyerimiz ve çocuklarımız arasında yaşadığımız ikilemi aşmak için ne umut kalır ki. Çatışma halindeki tanrıçaları, ruhumuz ya da arkadaş grubumuz dahilinde, birbiriyle bilinçli olarak etkileşime geçmeye bir kez teşvik edersek muazzam bir enerjiyi harekete geçirebiliriz. Bu enerji, tanrıçaları taşıdığımız o cansız, umutsuz ya da izole yerlerden onları dışarı çıkarabilir. Özeleştiri yapmak, pek çok şeyi yeniden değerlendirmek ve değişmek için çok güçlü fırsatlar yaratabilir.

İçimizde sadece tek bir tanrının gelişmesine izin vermek ve onunla yaşamak son derece kolaydır. Ancak bunu yaptığımızda tek taraflı ya da Jung’un tabiriyle nevrotik bir hale geliyoruz. Dolayısıyla arşetipsel kompleksin dürtüsel olarak zorladığı “yıkıcılık ve ayrılıkçılığa” yakalanmış oluyoruz ki bunu kolektif olarak Antik Yunanlılar’dan miras aldığımız görülüyor.

Bir kadın hiç kariyer sahibi olmayarak ve çalışmayarak (Athena’yı dışlayarak), cinselliğine hiç söz hakkı vermeyerek (Afrodit’i göz ardı ederek) ya da içsel dünyasına hiç yönelmeyerek (Persefon) sadece ailesinin reisi konumuna sıkışıp kalabilir. Bu durum kırılgan, nevrotik bir davranış şekline ve tek taraflı bir tanrıçaya, yani Hera’nın yalnız bir şablonuna davetiye çıkarır. Aynı şekilde entelektüel kadınlardan (Athena) kaçan, anaç ruhlu (Demeter) ya da güçlü kadınlardan (Hera) uzak duran ve sadece çekici partnerlerin arayışında olan bir erkek ise Afrodit’in nevrotik bir parçasına saplanıp kalır.

Hepimizin içimizdeki tanrıçalara kulak vermeye ve onları başkalarının içinde de fark etmeye olağanüstü derecede ihtiyacımız var. Tanrıçaların hikayelerini, kahkahalarını ve gözyaşlarını, oyunlarını ve kutlamalarını birbirimizle paylaşmamız gerekiyor. Her tanrıçanın anlatılacak bir hikayesi var, yapacağı bir katkı, aktaracağı bir bilgelik var: Afrodit aşk için her şeyi riske atarken, Hera evliliğinin yıkılmasından korkuyor; Demeter çocuklardan büyük mutluluk duyarken, Persefon içe yönelmeyi ve vizyonları benimseyip aziz tutuyor; Athena artan hareketliliğin arayışındayken, Artemis ormanların içindeki kulübesini özlüyor. Fakat her biri diğerinin bilmediği bir şeyler biliyor. Halbuki içe ya da dışa yönelik olsun, tanrıça enerjileri kadınlar ve erkekler arasında görüş alışverişine yönelik oldukça tatminkar bir iletişim birliği kurabilir.

Dostlarımızla, ailemizle ya da çalışma arkadaşlarımızla birlikteyken, bu ya da diğer pek çok yolla tanrıçaları ve tanrıça psikolojisinin lisanını hayata geçirebiliriz. Bunu yaptığımızda, çok güçlü bir enerji dinamiğinin tüm çevremizde şekillendiğini ve ince seviyelerde pek çok değişimin meydana geldiğini de görebiliriz. Bu büyük bir sevinç nedenidir: Kayıp tanrıçalar hayatlarımıza geri dönmektedir! 

Kaynak: Yazarın Goddess Within adlı kitabından yapılan alıntıyı çeviren: Engin Vural, özetleyen: Neslihan Kosova.

 

       

Sayfa başı