|
||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Deborah King
Koşabildiğinizce
hızlı kaçabilirsiniz. Acıyı uyuşturmayı veya gizlemeyi deneyebilirsiniz.
Dünyanın öbür ucuna taşınabilirsiniz… ama duygularınızdan kaçamazsınız.
Tacize uğradığım çocukluğumdan kaynaklanan ve derinlere gömdüğüm
duygusal acıdan kaçmaya kalkışmıştım… ve doğrudan alkol ve ilaç
bağımlılığının, rastgele cinsel ilişkilerin, yeme bozukluğunun, giderek
bozulan sağlığın ve yirmili yaşlarımın ortalarında da kanserin kucağına
koştum. Kanser teşhisi
konulduktan sonraki yıllarda yaptığım yoğun içsel çalışma -On İki Adım
programı, danışmanlık alma, meditasyon, günlük tutma ve alternatif
sağlık ve şifa uygulamacılarından yardım alma- sayesinde duygularım ile
fiziksel sağlığım arasındaki doğrudan bağlantıyı keşfettim, evliliğimi
kurtardım ve kanser gerilemeye başladı. Ayrıca, yaşamımda tamamen yeni
bir yön buldum: stres dolu bir şirket avukatı olmayı bırakıp bir sağlık
ve esenlik öğretmeni ve şifa ustası olmaya başladım. İyileşmem
sırasında başladığım uygulamaların pek çoğuna bugün de devam etmekteyim.
Duygularımın farkında bir halde kalmak, içsel hakikatime kartal gibi
bakmaya devam etmek ve de stresi ve negatifliği gün be gün bırakmak hem
sağlıklı ve hem de mutlu kalmanın tek yolu. Yaşadığım süreç
hakkında Truth Heals: What You Hide Can Hurt You
(Hakikat İyileştirir: Sakladığınız Şeyler Sizi İncitebilir) adlı bir
kitap yazdım. Kitapta da yazdığım gibi, “Hikayem ve tedavi ettiğim
binlerce kişinin hikayeleri, başımıza gelen her şeyin bedenlerimizde ve
bunları çevreleyen enerji alanlarında depolandığını netleştirmektedir.
Nihayetinde, sağlık ve şifa ancak bir beden/zihin/ruh istediğinde,
ihtiyaç duyduğunda ve hakikatle yüzleşmeye hazır olduğunda gerçekleşir.
Bir ömür boyu bastırmanın ardından bile, acılı sırlarını bırakmak
isteyen bir beden/zihin/ruh kendini, bir aileyi ve hatta bir ulusu
iyileştirebilir. Nihayetinde bizi kurtaracak olan şey, bizi öldürecek
olduğundan emin olduğumuz şeydir: hakikat.” Kendi hakikatinizi
aramak ve sahiplenmek ve de duygusal yaralarınızı iyileştirmek için illa
ki dramatik bir ıstırap veya taciz hikayeniz olması gerekmez. Hepimiz
ister ya çok meşgul ya da hasta olan ana veya babamızın ihmalinden ister
maddi kayıptan, zor bir boşanmadan, bir trafik kazasından, bir iş
ortağının ihanetinden ya da doğal bir afetten, sevdiğimiz bir insanın
veya hayvanın ölümünden dolayı acı çekmeyi deneyimlemişizdir. Mesele,
çektiğiniz acı ile ne yaptığınızdır.
Mağdur Zihniyeti Yerine Kendinden
Sorumlu Olmak Bir cinsel taciz
mağduru olduğumdan yaşamın bana karşı olduğuna inanmak için büyük bir
fırsat yakalamıştım. Ne de olsa, yıllar boyunca babam ve üstüne, bir
Katolik rahip tarafından taciz edilmek, mağdurluk halinde kalmak için
birden çok neden sağlamıştı. Yaşantımda kötü giden her şeyden ailemi ve
Katolik kilisesini suçlamak için bolca bahanem vardı. Sorunlarımızdan
dolayı başkalarını suçladığımız mağdur zihniyetine takılı kalmak
kolaydır. Mağdur olmak ile
mağdur zihniyetinde olmak arasındaki farkı netleştirelim. Pek çok insan
fiziksel, cinsel veya duygusal taciz, saldırı veya şiddet içeren korkunç
çileler çekmiş ve travmalar yaşamıştır. Bunlar korkunç suçlar ve korkunç
deneyimlerdir. Ömür boyunca mağdur kalıp kalmayacağımızı belirleyen şey
ise bu koşullara nasıl yanıt
verdiğimiz ve hislerimizi nasıl işlediğimizdir. Kişinin kendine
acıma hislerini sürdürmek için nedenler bulmaya nasıl devam ettiğini
biliyorum: ah, hayatım o kadar zor
ki, kimse bana acımıyor, hayata başarılı olma şansımı ailem yok etti
vb. Talihsizliğim için başkalarını suçlamaya devam edebilir ve zamanımı,
başkalarının benim için üzülmelerini sağlamakla geçirebilirdim. Eviniz kasırgada
uçup varınızı yoğunuzu kaybettiniz mi hiç? Anneniz her sarhoş olduğunda
sizi morartana dek dövdü mü? On yaşınızdayken ağabeyinizin ve
arkadaşlarının toplu tecavüzüne uğradınız mı? Giderek beterleşen ekonomi
nedeniyle işten çıkarıldınız mı? Ölümcül bir hastalık teşhisi kondu mu
size hiç? Evet, iyi
insanların başına kötü şeyler gelmektedir. Mağdur zihniyeti, başınıza
gelen kötü şeyleri üstesinden gelinecek bir engel, içsel gücünüz ve
şefkatiniz için bir temel olarak görmek yerine yaşamınızdaki aşılmaz bir
engel olarak görmektir.
Size küçük tatsız bir sır vereyim: Mağdur
zihniyetini sürdürmek, kişiye güçlülük hissi verir.
Zavallı mağdur! Bak, neler çekmiş!
Ah, dur sana yardım edeyim! Kötü deneyim sebebiyle tamamen güçten
yoksun olma hissi yerine başkalarının dikkatini çekmekten dolayı gizli
bir kazanç söz konusudur. Mağdur, negatif zevk döngüsüne takılı kalır.
Bakın, ne kötü bir haldeyim. Yardımınıza muhtacım. Mağdur
bilinçaltında şöyle söylemektedir:
Sizi kontrol etme ve kişisel güç hissetme tarzım budur. Susie’yi ele
alalım. Kendine güvenini paramparça edecek kadar beter bir şekilde sözlü
tacizde bulunan bir adamla evliydi. Adam başka bir kadın için aniden evi
terk ettiğinde, tacizcisi gittiği için rahatlayacağına, Susie dinleyecek
birini bulduğu anda üzücü hikayesini tekrarlamaktan kendini alamaz oldu.
Belki bir gün, hikayesini dinleyen biri sihirli değneğini sağlayacak ve
onu duygusal ıstırabından kurtaracaktı. Ama talihsizliği içinde
yuvarlanıp debelenmeye devam edecek olması daha büyük bir ihtimaldi
çünkü Susie, bir biçimde, kendine çektiği dikkatten sapıkça bir zevk
duygusu çıkartmaktaydı. Ne diye kötü bir evlilikten ve daha da beter
geçecek bir boşanmadan çıkıp iyileşsindi ki? Mağduriyet
statüsünü bırakmak ne kadar zor olsa da her zaman bir seçme şansı,
yapıcı bir şey yapma vardır. Susie kendi negatiflik kalıbını arkasında
bırakıp danışmanlık almaya, öfkesini sağlıklı bir biçimde salıvermek
için savaş sanatlarından birini uygulamaya ve nasıl hissettiğine dair
sorumluluk almaya istekli olmak zorunda kalacaktı. Acıklı hikayesini
tanıştığı herkese anlatmayı kesmek ve dünyayla daha pozitif bir tutumla
karşılaşmayı öğrenmek zorunda kalacaktı. Bir noktada, eski
kocasını -adam için değil de- kendisini için bağışlamak zorunda
kalacaktır. Ayrıca, taciz edici bu ilişkide bu kadar uzun süre kaldığı
ve belki de adamı bir biçimde hala seviyor olduğundan, sonunda ona karşı
çıkıp evi terk etmediği için kendisini de bağışlamak zorunda kalacaktı.
Hakikatiyle yüzleşmek, insan olduğunu ve hatalar yaptığını kabul etmek
ve yaşamına devam etmek zorunda kalacaktı. Mağdur zihniyetine
sahipseniz, size verdiği o azıcık güç, tam potansiyelinizi ifade
etmekten sizi alıkoyacaktır. Kendinize acımayı bırakın. Diğer insanların
size acımasını sağlamayı kesin. Birisi hikayenizi dinledi diye duygusal
ıstırabınız geçecek değil. Bütün sorunlarınızı çözecek kadar size kim
acıyabilir ki? İnsanlar sizin için üzüldüklerinde bu ancak mağdur
zihniyetinizi güçlendirir. Başınıza gelen her şey kendinize acımanız,
güceniklik ve çaresizlik hissi içinde yuvarlanıp debelenmeniz için size
başka sebepler sağlar. Mağdur zihniyetine
takılıp kalmış birinin arkadaşı veya akrabasıysanız, biraz “sert sevgi”
uygulamak zorunda kalacaksınız. Bir mağdurun kendine acıyışının aileyi
veya işyerini kontrol etmesine izin veremezsiniz. Neden bazı
insanlar yaşamlarındaki travmaların üstesinden gelirlerken diğerleri
travma veya taciz yıllar önce olmuş bitmiş olmasına rağmen mağdur
zihniyetine, yani sürekli olarak başkalarını suçlamaya veya kendine
acımanın ve ataletin derinlerine batmaya kapılıp giderler? Birinci
gruptakiler, kendilerinin sorumluluğunu almaktadır. Louise L. Hay,
mağdur zihniyetine takılı kalabilirdi. Çocukluğu şiddet gösteren bir
üvey babayla yaşamaktan, beş yaşındayken bir komşuları tarafından
tecavüze uğramaktan, on beş yaşında hamile kalıp on altıncı yaş gününde
çocuğunu evlatlık vermekten oluşan bir kabustu. Daha sonra, on dört
yılın ardından kocası başka bir kadın için onu terk ettiğinde
yıkılmıştı. Neyse ki Louise, birisinin “Düşünüş tarzını değiştirmeye
istekliysen, yaşamını değiştirebilirsin” dediğini işitti. Ve öyle yaptı;
kitapları çok satan bir yazar oldu ve kişisel gelişim üzerine yazan pek
çok saygın yazarın kitaplarını basan Hay House yayınevini kurdu. Rahim
ağzı kanseri teşhisi konduğunda kendini iyileştirmek için bağışlamayı,
terapiyi, beslenmeyi ve çocukluğunda yaşadığı taciz ve tecavüzden kalan
güceniklikten vazgeçmek de dahil olmak üzere bazı alternatif yöntemleri
kullandı. Yaşadığı kent olan Los Angeles’i AIDS vurduğunda temel
felsefesini sergiledi ve ünlü “Hay gezileri”ne başladı. “Ne yaptığımıza
dair hiçbir fikrim yok ama ne yapmayacağımızı biliyorum. ‘Ne acıklı
değil mi?’ oyunu oynamayacağız.” “Acıklı” olana
takılı kaldıysanız ve hislerinizle başa çıkıp onları serbest
bırakmıyorsanız, daima mağdur olacaksınız. Mağdur zihniyetini aşıp
kendinden sorumlu olmaya doğru ilerlemek, acımızı unuttuğumuz veya onu
“geride bıraktığımız” anlamına gelmez. İyileşme gücüne sahip olduğumuzu
görüp kabullendiğimiz anlamına gelir. Yaşamlarımız bir başkasının
ellerinde değil, kendi ellerimizdedir. Duygularımızı tanımalı, işlemeli
ve serbestleştirmeliyiz.
Ne Hissettiğimizi Tanımlamak Bazen ne
hissettiğimizi anlamak, bunu neden hissettiğimizi anlamaktan bile daha
zordur ama ne hissetmekte olduğumuzu bilmek çok önemli bir adımdır.
Yaşamdaki her dönüşüm, kesinlikle, daha büyük farkındalıkla başlar. Ne hissetmekte
olduğumuzu tanımlamanıza yardım edecek bir kaç güçlü yol: 1. Duygularınızı
tanımaya başlamanın en iyi yollarından bir şu soruyu yanıtlamaktır:
Tam şu anda ne hissetmekteyim? Yalnız, kıskanç, gücenik, stresli,
öfkeli misiniz? O an içinde ne hissediyor olduğunuzu tarif eden bir
kelime seçin ve küçük bir deftere not edin. Duygularıyla bağlantı
kurmaya başlayan genç bir avukatken, dava notlarımın kenar boşluklarına
yazardım. Çoğu kez yazdığım şey
kıskanç, kıskanç, kıskanç olurdu çünkü öyle hissetmekteydim.
Çevremdeki diğer avukatların hepsi öyle becerikli ve kendilerinden
emindi ki! (Yeri gelmişken, aşırı yemek yemekle ilgili tetikleyicileri
tanımlamak istiyorsanız, mutfakta bir not defteri bulundurmakta fayda
olabilir.) Hissettiğinizi tanımlayan kelimeler bulamıyor gibiyseniz,
internette “duygular listesi” gibi bir arama yapın, bolca bulacaksınız. 2. Bedenlerimiz,
duygularımıza dair büyük ipuçları sağlamaktadır. Omuzlarımızda ve
sırtımızda gerginlik varken ortalıkta dolaştığımızda neler olmaktadır?
Göğsümüzde sıkışma olduğunda ve nefes nefese isek ne hissediyoruz? Şunu
deneyin: Bedeninizde rahatsız edici bir duyumsama hissettiğinizde,
derhal gidip bir kutu dondurma yiyerek dikkatinizi dağıtmayın.
Bedeninizin verdiği sinyalin ardındaki duyguyu tanımlamaya çalışın. Bir
poşet cipsi beş saniyede yiyip bitirmeden önce eşinizle kavga mı
ettiniz? Annenizle telefon görüşmeniz biter bitmez mideniz mi ağrımaya
başladı? Şu televizyon reklamındaki hangi şey gözlerinizin dolmasına
sebep oldu? Hissetmekte
olduğunuz şeyi bastırmayın. Yalnız ve sessizce kalabileceğiniz bir yer
bulun. Derin nefesler alın ve bedeninizin farkına varın. Dikkatinizi
yavaşça, bedeninizde gerginlik ve rahatsızlık hissettiğiniz noktalara
yöneltin. Bakın bakalım, o bölgeyi bilinçli olarak gevşetebiliyor ve o
hissin yüzeye çıkışını deneyimlemek için kendinize izin verebiliyor
musunuz? Herhangi bir derin anlayışa ulaşmadan önce bu açıdan biraz
pratik yapmanız gerektiğini de aklınızdan çıkarmayın. Her şeyden
önemlisi, hislerinizi oldukları gibi kabul edin ve değiştirmeye
çalışmayın.
Zor Duyguları Serbestleştirmek Duygularımızı
tanımladıktan sonra, onların gücünü görüp kabullenmek ve ardından,
onları serbestleştirmek iyidir: onları içeride bir yerde sıkıştırıp
saklamak yerine bedenimizin içinden geçip dışına çıkmaları için akışa
bırakmak. Çaresizliğe ve ümitsizliğe kapılmaksızın öfke, üzüntü, endişe
ve korku hissedebilirsiniz.
İyileşmek adına unutmuş veya
bastırmış olduğumuz travmaları yeniden konu etmek veya hatırlamak şart
değildir. Şimdide
deneyimlemekte olduğumuz duyguları yalnızca tanıyıp kabullenmek ve
salıvermek, eski yaraları da etkili biçimde serbestleştirebilir. Hislerimi
tanımlamak ve salıvermek için üç ana araç kullandım: 1. Günlük tutun.
İçinizdeki editörün aradan çekilmesine izin verdiğinizde, bilinçaltınız
işi devralır ve hisler dökülmeye başlar. Şimdi ne hissediyor olduğumuzu
tarif etmek için beş veya on dakika harcayarak başlayın. Veya bugün
başınıza gelen bir şey hakkında yazın ve ardından, aklınıza her ne
gelirse yazın. Bizler, özellikle de duygularımızı bastıragelmişsek,
duyguların kontrolünü elden bırakmaya alışkın değilizdir. Yazmak,
aslında duygularınızı işleme sokar; zihninizden çıkıp kağıt üstüne (veya
bilgisayar dosyasına) aktarılırlar. Bu, her bir anın tek kelimelik
tanımlarını küçük bir deftere not etmekten çok daha derinlikli bir
işlemdir. Nasıl hissettiğiniz hakkında yazdıkça, hislerinizin değişmeye
başladığını görebilirsiniz. 2. Meditasyon veya
diğer tefekkür uygulamaları. İçsel bir huzur mekanında sessizce oturmayı
öğrenmek, netlik geliştirmek ve kendinizi şimdiki ana demirlemek için
harika bir yoldur. Duygusal tepkilerinizi farklı perspektiflerinden
görmek ve bunları güvenli bir şekilde salıvermek için size alan açar. 3. Danışmanlık
almak. Yüzeye çıkabilecek anılardan dolayı korkulu ve endişeli bir hale
gelirseniz, lütfen bir terapistten, hekimden veya diğer nitelikli
pratisyenlerden yardım alınız.
Duygular, Düşüncelerle ve İnançlarla
Bağlantı Kurar Duygularımız
genellikle çocuklukta geliştirdiğimiz inançlara ve algılara
dayanmaktadır. Örneğin, paranın zor kazanıldığına ve eldeki paranın
hiçbir şeye yetmeyeceğine inanan ana baba tarafından yetiştirildiyseniz,
yetmezliğe inancınız olabilir: bardağın yarısı hep boştur. Miras
aldığınız ama artık size hizmet etmeyen inançların farkına
varabilirseniz, otomatik duygusal tepkilerin insafına kalmak yerine
yaşamda ulaşılabilir daha çok seçim şansınız olur. Kendinizi hiç
bıkkın, çaresiz düşünüş batağında buldunuz mu? “Sevilecek
biri değilim, bu nedenle bir eş bulamayacağım” veya “Kilo vermem (iş bulmam, tacizci eşimden ayrılmam, iyi bir ebeveyn olmam
vb.) imkansız” gibi düşünceler. Negatif düşüncelerinizi bastırmaya
çalışmayın. Onları hissetmek için kendinize izin verin ve sonra
kendinize şunu sorun: Neden
kendime bunu söylüyorum? Bu, hislerinizin farkında olmanın bir
parçasıdır ve duygusal şifaya doğru atılmış yararlı bir adımdır. Drew Barrymore bir
film yıldızı olmanın yanı sıra artık çok başarılı bir film yapımcısı ama
yetiştirilirken deneyimlediği kaosa dayanan negatif düşünce ve kendine
acıma batağında kolayca boğulabilirdi. Kaos veya taciz yaşayarak
büyümüşsek sevgiyi veya başarıyı bulamayacağımız veya bunları hak
etmediğimiz inancına eğilimliyizdir. Küçük bir çocukken, Drew para
kazanması için büyük baskı altındaydı. “Çalışmazsam yiyecek yemeğimiz
olmayacağından veya evimizi kaybedeceğimizden korkardım. Ailesini
geçindirmek zorunda olduğunu hisseden 40 yaşında adam zihniyetine
sahiptim ama üç yaşındaydım.” Dahası, Drew
sorunlarını alkolle, uyuşturucuyla ve cinsellikle geçiştirebileceği
inancıyla yetişmişti ve bu onun daha 12 yaşındayken bir kaç kez
bağımlılık rehabilitasyon kliniğine girip çıkmasıyla sonuçlanmıştı. Bir
dergide yayınlanan söyleşide, “İnsanları suçlamak istiyorsun ama bunun
adil olmadığını sanıyorum. Sana dağıtılan kartlarla oynamalısın. Bunun
ya düşüşün veya daha iyi bir şey haline gelmek için sıçrama tahtan
olmasına izin verebilirsin. Şahsen şöyle düşündüm, ‘Ana babama kızgın
olarak harcadığım zamana yazık. Kendime acımakla geçirdiğim zamana
yazık.’ Yapabileceğim en iyi şey, onlardan iyi veya kötü öğrendiğim her
şeyi öğrenmek, bir gün kendi ailemi kurmak ve yola devam etmektir.” Drew Barrymore
örneği de yanlış yönlendirilmiş düşüncelerimizi ve inançlarımızı
değiştirmenin ve de bir şifa bulma yolculuğuna başlamanın mümkün
olduğunu gösteriyor.
Bastırılmış Duygular Bizi Hasta
Edebilir Duyguları, onları
sağlıklı bir biçimde işlemeksizin gömmek çok sayıda soruna yol açabilir.
Zihinlerimiz ve bedenlerimiz karşılıklı ilişkilidir ve Batı tıp
çevreleri nihayet buna inanmaya başlamıştır. Duygularımızın bedenlerimiz
üstünde doğrudan etkiye sahip olduklarına dair kanıtlar giderek
çoğalmaktadır. Örneğin:
Truth Heals adlı kitabımda şöyle açıklamıştım: “Yaşam deneyimleri, duygusal
çalkantılar, ameliyatlar, kazalar ve her türden travma, enerji
sistemlerimizi şok edebilir veya zedeleyebilir. Bu deneyimler işlenmez
ve zaman içinde serbestleştirilmezse, bedenin bazı bölgelerinde enerji
akışı eksikliği hastalık veya başka sorunlar olarak tezahür edebilir.” Travma
deneyimlemiş herkes, yaşamın bir noktasında illa ki hastalanmaz.
Hastalığa neden olan öfke, yas veya korku değildir. Travmaya yol açan
olay veya taciz tarafından üretilen hisler bedenlerimize veya
zihinlerimize -çözülmeden, araştırılmadan veya salınmadan- gömüldüğünde
veya bastırıldığında fiziksel ve/veya duygusal sorunlar geliştiririz.
İlişkilerimiz Duygularımızı Yansıtır Duygusal şifaya
giden yolda keşfedilecek bir diğer şey ise kişilerarası ilişkilerimize
dair daha bilinçli hale gelmektir. Yaşlanan ana veya babamıza bakmak,
asi bir evlatla, yoldan çıkan bir eşle veya kötü bir patronla başa
çıkmak: ilişkilerimizin hepsi, kendi meselelerimizi yüzeye çıkartır.
Başkalarına verdiğimiz tepkiler aracılığıyla ne hissettiğimizi (Zavallı
telefon pazarlamacısının suratına telefonu kapattığınızda hissettiğiniz
öfke nereden gelmektedir?) öğrenmekle kalmaz, duygularımızın
ilişkilerimizi nasıl etkilediğini de görebiliriz. Çoğu kez, çocukken
tacize uğramış insanlar yetişkin olduklarında bilmeksizin yine taciz
edici ilişkiler ararlar. Başlangıçtaki tacizden kaynaklanan duygulara
-utanç, korku, öfke, üzüntü, güvensizlik, öz-değer eksikliği- aşina
oldukları için şimdiki ilişki içinde rahattırlar. Tacize uğrayan
insanlar bazen kendileri tacizci olur. Çocukları taciz edenlerin %95’i
çocukken tacize uğramıştır. Kendilerinden nefret etme, değersizlik,
öfke, üzüntü ve akıl karışıklığı duygularını ilişkilerinden çıkartırlar. Günlük
yaşantımızda duygularımıza ayna tutanlar, bize en yakın ve en çok
sevdiğimiz insanlardır. Çözülmemiş meselelerimizi bize geri yansıtacak
birine doğru çekilme eğilimindeyizdir. Eşinizin bir aşk macerası
yaşadığından kuşkulanıyorsanız, ne yaparsınız? Doğrudan yüzleşmek ve
gerçeği öğrenmek mi, öç alma senaryoları yazmak mı veya endişenizi ve
kıskançlığınızı tabaklar dolusu tatlıyla boğmak mı? İlişkilerinizi,
birisi nedeniyle gerçekten üzgün olduğunuz her defasında yardımı olacak
biçimde ele almak için bir ipucu: Söyledikleri veya yaptıkları şeyin
nasıl acı verdiğini söylemek yerine, her cümleye
nasıl hissettiğinizi
söylemekle başlayın. “Hep şunu/bunu söylüyorsun (yapıyorsun)” demek
yerine şöyle demeyi deneyin: “Şunu/bunu dediğinde (yaptığında) kendimi
felaket hissediyorum…” Standart yanıtlama kalıbınızı “…hissediyorum”
yanıtına nasıl değiştireceğinizi öğrenmek için bir arkadaşınızla bunun
alıştırmasını yapın.
Devam Etmek Kalp kırıklığını
herkes deneyimler. Hepimizin kalbi reddedilme, ihanet, güven kaybı
nedeniyle kırılmıştır. Kalbimizi kapatır, etrafına duvarlar örer ve
acıdan kaçmaya çalışırsak duygularımızla bağlantımızı kaybederiz.
Duygularınızı hissetmek için kendinize izin verin. Onlardan saklanmayı
bırakmanın zamanıdır. Ve göreceksiniz, kırılmayacaksınız. Acının içine
girdiğinizde diğer taraftan güç ve neşenin içine çıkacaksınız. Bu sürecin bir
parçası da bağışlamayı öğrenmektir. Bağışlamak, hiç bir şekilde unutmayı
ima etmez. Bize yanlış davranmış kişilerle can dostu olmamız gerektiği
anlamına gelmez. Aslında, o kişiyi bir daha görmeyebilir, bir daha
onunla konuşmayabiliriz. Ama kalbimizde nefretimize, gücenikliğimize ve
hıncımıza tutunduğumuzda sağlığımız ve esenliğimiz ıstırap çeker. Bağışlamak, diğer
kişi için değil de kendiniz
için yaptığınız bir şeydir. Yapmış oldukları şeyin doğru olduğunu kabul
etmiyorsunuz. O şeyi bağışlamıyorsunuz. Bağışladığınız kişiyi sevmek
veya onunla bir ilişki kurmak zorunda değilsiniz. Onları bağışladığınızı
onlara söylemek zorunda bile değilsiniz. Bağışlamak yalnızca, negatif
duyguları bırakıyor olduğunuz anlamına gelir. Duyguları hissetmiş,
bunları işlemiş ve serbestleştirmiş olduğunuz anlamına gelir. Mağdur
zihniyetini bırakıyorsunuz, demektir; tacizci artık sizi incitecek güce
sahip değildir, duygularınız da. Soykırım kurbanı,
yazar ve Nobel barış ödülüne aday gösterilen Eli Wiesel, Almanya’da
Naziler döneminde büyük ıstıraplar çekti. Buchenwald toplama kampında
Wiesel’in ana babası ve küçük kız kardeşi, genç adam ve iki ablası
serbest bırakılmadan önce, gözlerinin önünde öldürüldü. Hınç ve nefret
etmeye bu adamın herkesten daha çok hakkı vardı. Ama o, bunu yapmak
yerine, deneyimleri hakkında yazdı (böylece onları işleyip salarak) ve
insanların Soykırım’dan ve dünyanın dört bir yanındaki etnik
temizliklerden haberdar olması için çalıştı. Ayrıca bağışlayarak büyük
cesaret gösterdi. Bir söyleşide, o dönemde baskı yapanlardan nefret edip
etmediği sorulduğunda Eli şöyle yanıt verdi: “Öfkeliydim ama
asla nefret etmedim. Savaştan önce, nefret edemeyecek kadar İncil ve
Kabala ile meşguldüm. Savaştan sonra, ‘Ne faydası olacak ki?’ diye
düşündüm. Nefret etmek, kendimi indirgemek olacaktı.” Acılarımıza ve
korkumuza tutunmaya devam etmek bizleri indirger, azaltır. Bizi daima
mağdur halinde tutar. Kendiniz için, sağlığınız ve esenliğiniz için
mağdur zihniyetinden vazgeçin. Duygusal açıdan
sağlığa kavuşmayı ve öyle kalmayı öğrenmek için hiçbir zaman çok geç
değildir. Internet
www.deborahkingcenter.com/resources/emotional-healing adresindeki
makaleyi özetleyerek çeviren: Yasemin Tokatlı
|
|||||||||||||||||||||||||||||||