|
||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Stanislav Grof İle Röportaj
Stanislov Grof, M.D. Ph. D, 1 Temmuz 1931, Praj, Çekoslavya doğumludur. 50 yıldan uzun süredir, bilincin olağandışı hallerini araştıran bir psikiyatristtir. 1956 da Charles Üniversitesi, Tıp Fakültesinden M.D. derecesi almıştır ve 1964 te Çekoslovakya Bilim Akedemesinden, Ph. D. ünvanını almıştır. Prag da, Psikiyatrik Araştırma Enstitüsü’nde, Psikedelik Araştırma Programı Başkanlığı, John Hopkins Üniversitesinde, Psikiyatri dalında asistan profesörlük, Baltimore, Maryland Psikiyatrik Araştırmalar Merkezinde, Psikiyatrik Araştırmalar Başkanlığı, Kaliforniya, Big Sur, Esalen Enstitüsünde, lisans ve master degree dereceleri yapmıştır. Günümüzde, San Francisco, Kaliforniya Enstitüsü, Integral çalışmalar bölümünde, psikoloji alanında profesörlük yapmaktadır. Yayımlanan kitapları, konferans ve workshopları vardır. Ve dünya genelinde profesyonel eğitmenlik yapar. C.A., Mill Valley’da eşi Christina ile birlikte yaşamaktadır. Christina’nın bir önceki evliliğinden olan bir kızları ve bir oğulları vardır. SPIRITÜELLİK; Soru –
“İmkânsız olan
Gerçekleştiğinde” “When The Impossible Happens” isimli kitabınızda
açıkladığınıza göre, daha önceleri hayata; kuşkucu ve materyalist bir
bakış açınız varmış. Bu düşüncelerinizi değiştiren nedir? Cevap – Çocukluğumda,
din ile ilgili herhangi bir baskıya ya da yönlendirmeye maruz kalmadım.
Ailemin, kilise ile evliliklerinde yaşadıkları ciddi bir çelişki varmış.
Kilise, Katolik olan annem ile herhangi bir kilise ile bağı olmayan
babamın evliliğini kabul etmiyormuş ve en sonunda, yüklü bir bağış ile
bu evliliği onaylamışlar. Ailemin, bu olay ile dine bakış açıları
değişti ve beni, ağabeyimi, herhangi bir dinsel öğretiye
yönlendirmediler. Onlar, biz karar verecek yaşa gelince, kendi
seçimimizi yapmamızı istediler. Ve bu alt yapı ile ben de, öğrencilerine
herhangi bir mistik duygu aşılamayan bir tıp okuluna kayıt oldum. Burada
okurken, eğitimimi Sovyetler Birliğinin kontrolünde, marksist rejim ile
tamamladım, dolayısı ile saf materyalist bir doktrin ile eğitim aldım.
Böylece ben, mistisizm ve ruhsallığa, bilimsel araştırmalar ve klinik
çalışmalardan gelen nadir bir örnek oldum. 1956 da, stroskobik ışıklar
ile desteklenmiş, LSD seansı için gönüllü olduğumda, güçlü bir spiritüel
açılım deneyimledim. Bilincim, bedenimi terk etti ve ben kliniği, Prag’ı
ve gezegenimizi kaybedip, tüm evren ile bütünleştim. Bu müthiş deneyim
ile sadece spiritüelliğe açılmamıştım, aynı zamanda, bilincin olağan
dışı hallerinin araştırılmasının, bir ömür boyu sürecek tutkunu
olmuştum. O seanstan beri 50 yıl geçti ve bu zamanın yaklaşık olarak
yarısını, önce Çekoslovakya Prag, Psikiyatrik Araştırmalar Enstitüsünde,
daha sonra ABD, Baltimore, Maryland Psikiyatrik Araştırmalar Merkezinde
ki, burası benim dahil olduğum, varlığını devam ettiren son Amerikan
psikedelik Araştırma Programıdır, Psikedelik maddeler ile terapi
programlarını yürütmek için harcadım. 1975 ten beri, eşim Christina ile
birlikte, holotropik nefes çalışması üzerinde çalışıyoruz. Bu metod,
Kaliforniya, Big Sur, Esalen Enstitüsü ile geliştirdiğimiz, öz-keşif ve
terapi için oldukça güçlü bir metottur. Ayrıca, uzun yıllardır,
Christina ve benim, “spiritüel acil durumlar” dediğimiz, bilincin
psikospiritüel krizleri olan, bilincin olağan dışı hallerini, günlük
yaşam içerisinde, ani geçişler şeklinde yaşayan insanlara destek
oluyoruz. Soru –
Bu yenilenme, sizi
spiritüel araştırmalara başlatan faktör müydü? Cevap – Evet,
kesinlikle. Kozmik seyahatimden döndüğümde, bilincim ile bedenimi
bütünleştirmek biraz zamanımı alıyordu. Bu noktada, bilincimin,
kesinlikle beynimin bir ürünü (ki akademik otoritelerden öğrendiğime
göre böyle olduğunu düşünüyordum), olmadığını fark ettim. Maddenin, en
azından eşit bir bileşeni olduğunu veya bir ihtimalle, üst benlik
olduğunu düşündüm ki, bu kavram, doğu spiritüalizmi filozofları
tarafından da bu şekilde ifade ediliyordu. Ve aynı zamanda gördüm ki,
spiritüellik, insan psişesinin ve her şeyin evrensel şemasının, çok
önemli ve gerçek bir bileşeni imiş. Olağan dışı haller ile yapılan
çalışmalarda, müthiş bir paradigmaları yıkma ve yeniden yapılanma
potansiyeli gördüm. 50 yıldır yapılan araştırmalarda, insanların
deneyimleri de bu düşünceleri destekledi ve geçerli kıldı. Soru
–Spiritüellik
size göre nedir? İnsanların hayatlarında, spiritüelliğin önemi nedir
sizce? Cevap – Geleneksel
bilime göre, evrenin tarihi, maddenin tarihidir. Evren, kendi kendini
yaratır ve Big Bang’den ilk insana kadar evrim, herhangi bir prensip,
herhangi bir master plana göre olmamıştır, yalnızca, maddesel
partiküllerin, doğa yasalarına uyumu ile oluşan kompleks etkileşimin
sonucudur. Yaşam, bilinç ve zekâ; maddesel işlemlerin, ikincil
tezahürleri şeklinde görülür. Modern bilinç araştırması ise, bu bakış
açısını geçersiz kılar. Olağan – dışı haller hakkında yapılan çalışmalar
ile günlük bilinç durumlarımızda, hislerimiz ile ulaştığımız noktanın
daha ötesine ulaşan, var oluşun bileşenleri gözler önüne serilir.
Kolektif bilinç dışının, onu yöneten prensipleri (Jung arketipleri) ile
tarihi ve mitolojik alanları, açıkça madde gerçeğinin üstündedir. Tıpkı
Plato’nun fikirleri veya formları gibi, dünyada ve hayatımızda neler
olduğunun bilgisini ve formunu verir. Gerçek spiritüalite, normalde
gizli olan gerçekliğin boyutlarının, kişisel deneyimleri üzerine oturur.
Bizim, deneysel, bireye özel keşiflerimiz, bilinçdışının, daha derin
seviyelerine ulaştığında ki benim terminolojimde buna prenatal ve
transpersonel denir, deneyimlerin bir kalitesi olur ki C.G. Jung buna (Rudolph
Otto’dan sonra) “numinosity” der. Numinous kelimesi, nispeten nötr bir
kelimedir ve bu sebeple, benzeri olan; din, mistik, sihirli, kutsal veya
ilahi gibi ki bu tanımların hepsinin içeriklerinde problematik bir taraf
vardır ve kolaylıkla yanıltabilirler, tüm bu isimlere göre daha tercih
edilebilir. Numinosity kavramı, hakikatin direkt olarak kavrayışı
üzerine kuruludur ki bu kavrayış, madde dünyadan oldukça farklı ve
kutsal olan, gerçekliğin müthiş düzeni ile alakalı bir alana götürür.
Yanlış anlamaları ve karmaşayı önlemek adına ki bu tip tartışmalar
nedeni ile geçmişte çok sıkıntı yaşanmıştı, spiritüellik ile din
arasındaki farkı netleştirmek oldukça kritiktir. Spiritüellik,
gerçekliğin boyutları ve olağan olmayanın bakış açısından yaşanan
doğrudan deneyimler üzerine kuruludur. Özel bir binaya veya tanrısal
olanla bağlantı kurmak için aracılık eden resmi birine ihtiyaç duymaz.
Mistiklerin, kilise veya tapınaklara ihtiyacı yoktur. Gerçekliğin kutsal
boyutlarının deneyimlendiği bu durumun içeriği, kişilerin kendi
bedenlerini ve doğayı kapsar. Bir papaz yerine, belki, araştırmacı
üyelerden oluşmuş bir destekleyici gruba veya içsel yolculuklar
konusunda daha deneyimli olan bir rehber öğretmene ihtiyaç duyabilirler.
Spiritüellik, bireyler ile kozmos arasındaki özel tipteki bir iletişimi
kapsar ve özünde, kişisel ve bireye özel bir haldir. Eğer kıyaslarsak,
organize olmuş bir din, kurumsallaşmış bir grup aktivitesidir ve belirli
bir merkezde gerçekleşir; tapınak veya kilise gibi kendileri, kişisel
olarak, spiritüelliği yaşamamış olma ihtimali olan, bazı resmi kişileri
bünyesinde barındıran bir sistemdir. Bir din, organize olduğunda,
spiritüel kaynakla olan bağını tamamı ile kaybeder ve insanları tatmin
edemeden, onların spiritüel ihtiyaçlarını sömüren, din dışı kuruluşlar
haline gelirler. Organize olmuş dinler; gücü, kontrolü, politikayı,
parayı, sahip olmayı ve diğer din dışı içerikleri takip etmeye
odaklanmış, hiyerarşik sistemler yaratmaya eğilimlidirler. Bu koşullar
altında, din hiyerarşisi, kural olarak, üyelerinin spiritüel
deneyimlerinden hoşlanmaz ve cesaret kırar çünkü bu durum bağımsızlığı
teşvik eder, dolayısı ile insanlar etkili olarak kontrol edilemezler.
Durum böyle olunca, gerçek spiritüel yaşam, sadece dine ait olan mistik
dallarda, manastır kurallarında ve aşkın mezheplerde devam eder. —BİLİNCİN OLAĞAN DIŞI HALLERİ –
Soru –
Bilinç nedir?
Psikolojik olarak bunu açıklamak mümkün müdür? Bu konsept, akademik
tıptan ayrılır mı? Cevap – Akademik bilime
göre, bilinç, türlerin evrimi süresince, maddenin beyindeki işlemlerinin
karmaşıklığından ortaya çıkar. Fakat madde ve bilinç arasındaki fark,
çok kökten ve çok derindir ki böyle bir şeyin gerçekten olabileceğini
hayal etmek oldukça güçtür. Ve bu farz etme, büyük bir mantıksal
çarpıtmayı da kapsar. Bir tarafta, beynin; anatomisi, fizyolojisi ve
biyokimyası arasındaki derin ilişkileri gösteren bol miktarda klinik ve
deneysel kanıtlar varken, diğer tarafta da bilincin süreçleri var.
Bilincin maddesel özünde, evrende maddenin üstünlüğü ile ilgili
metafiziksel inanış üzerine, açık ve kendine ait kanıtlar olduğunu
varsayar. Bilimin tüm tarihinde, bilincin, maddesel işlemlerle nasıl
meydana geldiği ile ilgili hiç kimse makul bir açıklama ortaya koyamadı,
hatta bu probleme, sağlam bir öneri ile bile yaklaşamadı. Maddesel
bilimin inandığı şey şudur; gözlemlenmiş maddesel objelere göre; beynin,
bir şekilde, nöronlardaki kimyasal ve elektiriksel değişiklikleri,
bilincin hayali algısal yapısına dönüştürme kabiliyeti vardır. Bu
işlemin ve mekanizmanın doğal yapısında, operasyonu hatırlamadan
uygulama kapasitesi vardır. Buradan şu sonuca ulaşılabilir, bu doğruluğu
ispatlanmamış ve çılgınca tez, bilimsel bir alt yapıdan çok metafizik
bir önyargıya dayanır. Bilincin ne olduğu fikri ise şudur, kişinin kendi
isteğine bağlı olarak yönlendiremediği, beynin doğal bir ürünüdür. Bu
fikri destekleyenler, kendilerini doğrulamak için, pek çok
nörolojik-psikiyatrik deneyimin sonuçlarını ve beden ile ilgili özel
klinik gözlemleri, nöroloji, nöroşirurji ve psikiyatride olanları baz
alır. Biz ise, bu kökleşmiş inancı zorlamak için, demek ki gözlemlerin
doğruluğu ile ilgili bir şüphemiz var deriz. Beynin anatomisi,
nöropsikoloji ve bilinç arasındaki yakın bağ için kanıt ise,
sorgulanamazlığı ve karşı konulamazlığıdır. Problematik olan, sunulan
kanıtın doğası değil, sonuçların yorumlanışı, tartışmadaki mantık ve bu
gözlemlerden alınan sonuçların sunuluşudur. Bu deneyimler, bilincin,
beyindeki nöropsikolojik ve biyokimyasal süreçlerle yakın bir bağı
olduğunu gösterirken, bilincin doğasında ve özünde bunu içeren çok az
şey olduğunu gösteriyor. Aslında, bunun tamamen zıttını iddia eden bol
miktarda kanıt vardır, şöyle ki; bilinç, uygun koşullar altında, kendine
ait süptil maddeleri bağımsız olarak hareket ettirebilir ve beynin
kapasitesini oldukça aşan bir performansla iş görebilir. Bu, daha çok,
beden dışı deneyimlerde gözlemlenir. Spontan olarak ve şamanik trans,
psikedelik seanslar, hipnoz, deneyimsel psikoterapi ve özellikle ölüme
yakın deneyimler gibi olağan dışı hallere girmeyi kolaylaştırıcı çeşitli
yollarla gerçekleşir. Tüm bu durumlarda, bilinç, bedenden ayrılabilir ve
yakın veya uzak noktalarda özgürce dolaşırken bile algısal kapasitesini
korur. Gerçeğe uygun beden dışı deneyimlerin özel ilgi alanı, bu
koşullar altında, çevresel algının kesinliğinin kanıtlanmasıdır. Beynin,
daha önce kaydetmediği veya görmediği, evrenin değişik noktalarına ait
doğru olarak aktarılan vizyonların olduğu, pek çok transpersonel vaka
vardır. Açıkçası, tüm bu klinik ve deneysel veriler, beyin
fonksiyonlarındaki değişiklikler ile bilinçteki değişikliklerin çok
yakından ilişkili olduğunu gösterir. Bilimsel olarak, bilincin yapısı ve
özü ile ilgili çok az şey söyleyebilirler, bu tip sorunların ucunu açık
bırakırlar. Tabii ki alternatif bir yorumlama da yapmak mümkündür. Yine
aynı datalar kullanılacak ancak farklı bir sonuca ulaşılacak. Bunu, T.V.
ile T.V. programları arasındaki ilişki gibi düşünebiliriz. Bu ilişkide
durum daha net çünkü insan yapısı bir sistem var ve
karşılaştırılamayacak kadar da basit. T.V. programının alıcısı,
görüntünün kalitesi ve ses, hepsi T.V.’nun uygun çalışma şekline ve
bileşenlerinin uyumlu bütünlüğüne bağlıdır. T.V.’nun, farklı
parçalarındaki bozukluklar, programın kalitesinde, değişik sorunlar
oluşturur. Bazıları, formlarda, renklerde veya seste bozulmaya neden
olurken, diğerleri de parazitlenmeye neden olabilecektir. Tıpkı,
bilinçteki değişimleri, bir teşhis aracı olarak kullanan nörolojist
gibi, bir T.V. tamircisi de, bu bütünün parçalarının yaptığı
anormalliklerden ve bu özel parçaların bozulmalarının yapısından bir
anlam çıkarabilir. Problem tanımlandığında, tamir etmek veya parçaların
değiştirilmesi, arızayı düzeltecektir. T.V. teknolojisindeki temel
prensipleri bildiğimizde, T.V.’nun, T.V. programlarını gösteren bir
aracı olduğunu anlamak kolaylaşır ve programı onun yapmadığını ve onu
oluşturmak için herhangi bir katkısı olmadığını anlarız. T.V.’nun bütün
transistorlarını, devrelerini, iletken parçalarını sıkı bir sınava ve
çalışmaya tabii tutan veya nafile bir çaba ile tüm kablolarını
inceleyerek, programları nasıl yarattığını anlamaya çalışan birisini
görseydik oldukça gülerdik. Aynı şekilde, moleküler, atomik veya atom
altı seviyede de bu çabayı göstersek yine de eminiz ki, belli bir
zamanda, bir Mickey Mouse çizgi filmi, bir Star Trek serisi veya bir
Hollywood klasiğinin ekranda nasıl belirdiğini anlamak için herhangi bir
ipucu bulamayız. Gerçek şu ki; T.V.’nun çalışması ile programın seyir
kalitesi arasında çok yakın bir ilişki var ama programa ait bütün sırlar
onun içindedir denemez. Bu tip bir sonuca, beyin ile bilincin ilişkisi
hakkındaki karşılaştırmalı datalara göre karara varan geleneksel madde
bilimi ulaşır. Soru –
Bilincin olağan
dışı halleri nelerdir? Fiziksel bedenimizde nasıl gerçekleşirler?
Bazıları bunu nasıl başarıyor? Bu tip bir bilinç halinin, pratikte
faydası nedir? Cevap – Bilincin olağan dışı halleri (veya holotropik dediğim önemli bir alt kategorisi), gerçekliğin görünmeyen boyutlarını veya günlük yaşantımızın farklı bir perspektifini kapsar. Modern insanlığın içinde yaşadığı gerçekliğe oldukça ters bir şekilde şu anda yeryüzündeki bütün kültürler, holotropik hali büyük bir saygınlıkla karşılarlar. Bunu yaşamanın ve geliştirmenin, güvenli – verimli yollarını oluşturabilmek için çok fazla zaman ve efor harcarlar. Bunu, kendi ritüellerinde, spiritüel yaşamlarında ve pek çok diğer önemli amaçlar adına temel bir araç olarak kullanırlar. Kutsal seramonilerin içeriğinde, olağan dışı hal, gerçekliğin arketipsel boyutları ile bağlantıya geçmeye aracı olur ki bu arketipler; ilahlar, mitolojik âlemler, güç hayvanları ve doğanın esrarlı güçleridir. Bu hallerin rol oynadığı bir diğer önemli alan da, pek çok duygusal ve psikosomatik bozukluğun ve hatta bazı fiziksel rahatsızlıkların tespit edilip, iyileştirildiği alandır. Yerli kültüründe, sıklıkla, doğanın iyileştiriciliği ile ilgili çok etkin bir bilgiye sahip olsalar da, metafiziksel iyileştirmeyi birinci sıraya koyarlar. Bu durum, bilincin holotropik halinin, danışanda, şifacıda ya da her ikisinde birden başlamasını içerir. Pek çok örnekte, geniş bir grup, hatta tüm kabile, hep beraber şifa transına girer. Günümüzde bile bunun örneği vardır; Afrika, Kalahari çölü, Kung Bushmen kabilesi. Holotropik haller, kayıp kişilerin veya objelerin bulunması, uzaktaki insanların konumlarının öğrenilmesi gibi çeşitli amaçlar için, olağanüstü algılama ve sezgilerin geliştirilmesi yolu ile kullanılır. Ayrıca, sanatsal ilhamlar, ritüeller için fikir edinme, resim, heykel ve şarkılar için de bir kaynak olarak hizmet ederler. Endüstrinin olmadığı zamanlarda, tarımla uğraşan insanlar için bu tip haller ile karşılaşmalar oldukça çarpıcıydı ve bu kişilerin spiritüel hikâyeleri inanılmazdı. Holotropik hallerin önemi, eski ve yerli kültürlerden günümüze taşındı ve bu hallerin başlatılmasına yarayacak çeşitli zihin değiştirme işlemlerinin geliştirilmesi ile enerji, “kutsallığın teknolojilerinin” geliştirilmesine adandı. Bu metotlar; çeşitli davul sesleri ve davul benzeri
aletlerin kullanımı, müzik, ilahi, ritmik dans, nefesin değiştirilmesi
ve farkındalığın özel formlarının geliştirilmesini kapsar. Yine,
holotropik hallerin yaşanmasını sağlamak adına, sosyol ve duyusal bir
izolasyon olan, mağarada, çölde, buzullarda veya yüksek dağlarda kalmak
da oldukça etkili olmuştur. Ekstrem bir takım fizyolojik müdahaleler de
bu amaç için kullanılır; oruç tutmak, uykusuzluk, susuz kalma ve hatta
kan verme, güçlü laksativler ve müsiller kullanma, şiddetli ağrılarla
eziyet çekme gibi. Holotropik halin yaşanması için özellikle verimli
olan bir teknoloji de, psikedelik bitkilerin ve maddelerin
kullanılmasıdır. Soru –
Biliyoruz ki siz,
bilincin değiştirilmiş hallerini de deneyimlediniz. Böyle bir deneyimde
ilginizi çeken ne oldu? Bize nasıl olduğunu anlatır mısınız? Bu olay,
tek seferden daha fazla gerçekleşti mi? Eğer cevabınız evet ise sizi en
fazla etkileyen hangisi idi? Neden? Cevap – İlk defa, LSD
ile yaşadığım deneyimdi ki, beni hayat boyu sürecek bir ilgi ve tutku
ile bilincin araştırılmasına yönlendirdi. Yıllar boyunca, pek çok,
holotropik nefes çalışması ve psikedelik deneyimi yaşadım. Başka
insanlarla, bu maddelerin kullanımı ile yapılmış deneyimlerim de var.
Bahsettiğimiz psikedelik maddeler; LSD, psilosibin, meskalin, ecstasy,
DMT, DPT v.b. dir. Ordunun, dünyanın farklı bölgelerinde yaptığı, bu tip
çalışmalarda da bulundum. Bunlarda da, psikedelik bitkilerden; peyote,
psilosib mantarlar, ayahuasca ve kava kava v.b. kullanılmıştır. Bunlar,
bilinçte yaşanmış muazzam deneyimlerdi ve benim için, hangisi daha fazla
çarpıcıydı, karar vermek oldukça zor. Pek çoğuna, “When the Impossible
Happens” isimli kitabımda açıkladım. Soru –
Tüm bu yöntemlerin
içindeki tedavi etme imkânını ne zaman fark ettiniz? Cevap – LSD ‘nin tedavi
edici potansiyeli; araştırmalarımın çok erken aşamalarında ortaya
çıkmıştı. İsveç’ten Dr. W. A. Stoll tarafından yazılan ilk bilimsel
yazıda, LSD – 25 = Fantastik diye adlandırdığı ilacı önermişti. Daha
sonra yapılan araştırma, Dr. Stoll’un vurgusunu doğruladı. Uygun şekilde
LSD kullanımı gösterdi ki, bu ilaç, psikoterapötik süreci hızlandırıyor
ve kişileri çok tatmin edici bir şekilde derinleştiriyor. Hatta
geleneksel tedavi yöntemlerine karşı dirençleri olan, alkolikler,
narkotik uyuşturucu bağımlıları, ölümcül kanser hastaları, sabıkalı
suçlu ve diğerleri gibi bir grup hasta için de oldukça faydalı
olabileceği fark edildi. Soru –
Terapötik metot,
olağan dışı halleri nasıl kullanır? Cevap – Bu yöntemleri
kullanan klinikler, duygusal ve psikosomatik bozuklukların kendine ait
kökleri olduğunu keşfetti ki bu köklerin, geleneksel psikiyatrinin kabul
ettiği gibi sadece biyografik bilinçdışı seviyede değil, prenatal döneme
(doğum travmalarına) ve transpersonel seviyeye (karmik ve arketipik
kalıplar) uzanan bir yapısı var. Sözel terapiler, bilinçdışının, bu daha
derin seviyelerine ulaşamazken, bilincin olağan dışı halleri ile yeniden
düzenleme yapmak ve bir entegrasyon sağlayabilmek için, bu materyaller
su yüzüne çıkarılabiliyor. Soru –
Bu tip olağan dışı
hal ile ne tür şeyler gerçekleşiyor? Cevap – Bilinç ile
ilgili yaptığım ilk araştırmalarda, olağan dışı hallerin yaşandığı
deneyimlerin, kategorilendiği çok geniş bir insan psişesi haritası
oluşturdum. Bizler, prenatal döneme, doğumumuza, bebekliğimize ve
çocukluğumuza ait pek çok duygusal hatırayı yeniden yaşayabiliriz. Bunun
dışında, diğer insanlar ve çeşitli hayvanlar, atalar, kolektif alan ve
geçmiş yaşam hatıraları ile deneysel çalışmalar, arketipik var oluşlar
ile karşılaşmalar, çeşitli kültürlerin mitolojik âlemlerine ziyaretler
gibi pek çok olasılık da var. Deneyimler içerisinde insanların
yoğunlukla tanımladığı, kozmik yaratıcılık ve süper kozmik meta kozmik
boşluklar yani varoluşla yaşanan deneyimlerdir. Soru –
Bu deneyimler
gerçek mi yoksa beyinin ürünleri mi? Olağan dışı deneyimlerde, bir
fantezi ile gerçek olanı nasıl ayırt edebiliriz? Cevap – Transpersonel
deneyimler, diğer insanlar, hayvanlar, bitkiler, ataların yaşamları,
tarihsel periyotlar ve olaylar, hatta mitolojik varoluşlar ve çeşitli
kültürlerin âlemleri hakkında, genellikle doğru bilgiler verirler. Bazı
durumlarda, bu bilgiler, kişinin eğitimini ve kültürel alt yapısını
aşacak şekilde çok spesifiktir ve bunların gerçekliği, yapılan
araştırmalar ile doğrulanır. (İmkânsız olan Gerçekleştiğinde) When the
Impossible Happens isimli kitabımda, buna benzer pek çok örnek
tanımladım. Dikkatle yapılan, transpersonel deneyimler göstermiştir ki,
tüm bunları, beynin patolojik sürecinin bir ürünüdür şeklinde
açıklayamazsınız, ancak bunun ontolojik bir gerçek olduğunu fark
edersiniz. Transpersonel deneyimleri, bireylerin fantezilerinin imajinel
ürünlerinden ayırt etmek konusunda, Jungcu psikolojistler, “imajinel”
dedikleri alana başvururlar. “Mundus İmaginalis” (hayal âlemi) tanımını
ilk kullanan, Fransız âlim, filozof ve mistik Henri Corbin, İslamik
Mistik Kaynak (Corbin 2000) isimli eseri için bu anlayıştan ilham
almıştır. İslam teozofları, her şeyin benzerinin duyusal olarak var
olduğu bu imajinal dünyaya. “alama mithal” veya geleneksel İslam
coğrafyasındaki “7 bölge” den farklılaştırmak için “8.bölge” adını
vermişlerdir. İmajinal dünyanın, boyutları, formları, renkleri ve
genişleyen bir hacmi vardır. Ancak bunlar, fiziksel objeler gibi bizim
duyularımızla algılanamazlar. Fakat bu âlem, ontolojik olarak gerçek ve
algılanan madde dünyasının insanları tarafından uzlaşmacı bir şekilde
onaylanmaya da duyarlıdır. Soru –
Genişletilmiş
bilinç halleri deneyimlerinden sonra ortaya çıkan tanımlamalar ve
imajinasyonlarda herhangi bir standart var mıdır? Eğer cevabınız olumlu
ise bu nedir ve neden? Bu durum hepimizin sözde, eşit olduğunu mu
gösterir? Cevap – Olağandışı
hallerin, gerçekten çarpıcı tarafı nedir biliyor musun; bireyler
arasında ve bireyin kendi içinde de çok çeşitlilik gösteriyor olmasıdır.
Psikedelik maddeyi, aynı dozda, aynı koşullar altında, yüz kişiye
verdiğimizde, her bireyin deneyimi farklı olacaktır. Bu, tekrar eden
seanslarda, tek bir kişi için de söylenebilir. Holotropik nefes
çalışmasında da aynı şey gözlemlenebilir. Soru –
Herkes bilincin
aşkın halini deneyimleyebilir mi? Cevap – Prensipte evet,
yine de bireysel farklılıklar çok büyüktür. Bazı insanlar için,
olağandışı halin içine girmek çok zordur. Bu durum, ne kadar
uğraşırlarsa uğraşsınlar, psikedelik ilaçların kullanımında bile
böyledir. Diğerleri için ise, bu tip haller, günlük yaşantılarının
içinde neredeyse fışkırır ve günlük aktivitelerinin içine karışır ki biz
buna eşim ile “spiritüel acil durumlar” diyoruz. Soru –
Olağandışı haller
ile yapılan tedavinin uygun olmadığı durumlar var mıdır? Cevap – Fiziksel ve bir
o kadar da duygusal uygunsuzluklar var. Fiziksel açıdan, öncelikle
insanların, kardiyovasküler bozuklukları ile ilgileniyoruz; yüksek
tansiyon, anevrizma, gelişmiş damar sertliği, felç durumu veya kalp
krizi yaşayıp yaşamadığı gibi. Fiziksel stres ve yoğun duygusal
deneyimler bu tip kişilerde tehlikeli olabilir. Duygusal uygunsuzluklar;
sınırda kişilik bozuklukları, bipolar bozukluk, psikoz ve psikiyatrik
hastane tedavisi yaşayıp yaşamadığını içerir. Pek çok durumda, bu
uygunsuzluklar benzerlik gösterir fakat bu tip kişilerle çalışmak için
yatılı bir organizasyon olması gerekir. Prag’da buna benzer bir yerim
vardı ve burada bu tip hastalarla çalıştım. Soru –
Meditasyon bizi,
bilincin aşkın haline götürür mü? Açıklar mısınız? Cevap – Meditasyonun,
kesinlikle böyle bir potonsiyeli var, özellikle nefes egzersizleriyle de
birleştirilirse. Bazen, olağan dışı halin (spiritüel acil durum) aşkın
bir bölümünü yaşamayı tetikleyebilir. —BİLİNCİN DEVAMLILIĞI VE ÖLÜME YAKIN DENEYİMLER- Soru –
Fiziksel bedenimize ölümden sonra ne olduğu ile ilgili
fikriniz nedir? Araştırmalarınızda bu fikrinizi doğrulayabildiniz mi?
Eğer evet ise nasıl? Cevap – Kendimi adadığım son kitabım olan (The
Ultimate Journay) Nihai Yolculuk = Bilinç ve Ölümün Gizemi’nde, ölmeyi
ve ölümü, fizyolojik, filozofik ve spritüel açıdan ele aldım. Bu
kitapta, bu konu ile ilgili 50 yıllık araştırmalarımın gözlemlerini ve
deneyimlerini özetliyorum. Aynı zamanda, mevcut literatürü gözden
geçirip, diğer araştırmaların sonuçlarını da özetledim. 50 yıl önce,
tıpla başladığım çalışmalarımda, cevap bize çok netmiş gibi görünüyordu
ki, günümüzde de hala, bilgisiz, madde bilimcileri tarafından da bu
şekilde düşünülüyor; bilinç, beynin bir ürünüdür, beden öldüğünde, beyin
fonksiyonunu yitirir ve bu da bilincin, herhangi bir şekildeki formunun
da sonudur. Günümüzde, ölüme yakın deneyimler, ölmekte olan kişilerin o
geçişteki deneyimleri, geçmiş yaşam deneyimleri, ölümden sonra bilincin
varlığını devam ettirmesinin mümkün ve mantıklı olduğu ile ilgili,
titizlikle, tanatolojik araştırmalar yapanlara teşekkür ediyorum. The
Ultimate Journey ve When the Impossible Happens isimli kitaplarımda, pek
çok klinik örnek ile tüm bunları tanımlıyorum. Soru –
Aşkın bilinç
deneyimleri, bir insana, geçmiş yaşamlarından aldığı bilgi ile
gerçekleri fark ettirebilir mi? Nasıl? Cevap – Geçmiş yaşam
deneyimleri, bilincin, olağan dışı hallerinin arasında en yaygın
olaydır. Bu olay, hastalarımın, psikedelik seanslarında, holotropik
nefes çalışmaları seanslarında, kurslarda yaşanan anı psikospiritüel
krizlerde (spiritüel acil durumlar) sıra dışı bir sıklıkla gerçekleşir.
Başlangıçta, bu tip olayları, reenkarnasyon ve karmayı ciddiye almak
yerine, insanların, acı gerçek olan, hayatın geçiciliği ve ölümü kabul
edememelerinin bir ürünü olarak görüyordum. İçinde büyüdüğüm kültürün
inançlarına zıt olan, reenkarnasyon kavramı, hem yetiştiğim bilim
çerçevesi, hem de, baskın dinimin, din adamları tarafından
reddediliyordu. Bu konu, Hıristiyanlığın ve madde biliminin hem fikir
olduğu, nadir durumlardan biridir. Çok fazla duygu birikimi bulunan bu
karmik silsileler, her bir kişi için, dünya üzerindeki pek çok ülkede ve
farklı tarihsel periyodlar halinde bulunuyordu. Bu tip deneyimlerin
içerikleri tamamen sürpriz olarak geliyordu ve buna, tuhaf bir his, bir
“deja vu” hissi de eşlik ediyordu. İnsanlar; “Bu bana ilk defa olmuyor,
ben burada, daha önce bulundum, ben bunu, daha önceki hayatlarımdan
birinde deneyimledim.” diyorlardı. Aynı zamanda, tipik olarak, bu
deneyimlerde, kahraman ve olay ile bireyin bugünkü yaşantısı arasında
çok derin bir bağ da oluyordu. Kısa süre sonra fark ettim ki, geçmiş
yaşam deneyimlerinin, çocukluk fantezileri denilip bir kenara
atılmayacak şekilde, kendine ait karakteristikleri var. Bu olaylar,
ergenlik, çocukluk, bebeklik, doğum ve doğum öncesi periyodlarında
yaşanan olaylarla, reddedilemeyecek şekilde doğrulanabilir bir formda,
bir eşzamanlılık ile gerçekleşiyordu. Aynı zamanda, bireylerin, mevcut
yaşantılarında içinde bulundukları olaylar ve durumlar ile duygusal ve
psikosomatik semptomlar ile bağlantılı oluyorlardı. Karmik var oluşlar,
kişinin bilincinde ortaya çıkmaya başladığında, onun her günkü
yaşantısında, daha önceden anlaşılamaz olan puzzle parçaları, bir anda,
aydınlatıcı bir anlam kazanmaya başlar. Bu parçalar, çok fazla
çeşitlilikte psikolojik problemleri ve bireyler arası sıkıntıları kapsar
ki geleneksel psikoterapi okullarının da, bunun ile ilgili tatmin edici
bir cevap bulamazsınız. Aynı zamanda, geçmiş yaşam deneyimlerinin,
kişiye entelektüel (zihinsel) bir kavrayış getirmesinin yanı sıra, pek
çok duygusal ve psikosomatik sıkıntının da tamamen veya kısmen yok
olmasına defalarca tanıklık ettim. Başka bir artı değer ise, başka
insanlarla olan ilişki problemlerinin de çözümlenmesidir. İlave olarak,
geçmiş yaşam deneyimleri, atalarımızın, ırkımızın ve kolektif olanın
hatıralarına, yaşanan o kültür ve o zaman içerisinde gerçek bir anlayış
katar. Soru –
Hiç kendi geçmiş
yaşantılarınıza gittiniz mi? En etkileyici deneyiminizi bizim ile
paylaşır mısınız?
Cevap – Pek çok geçmiş
yaşam deneyimim oldu. When the Impessible Happens isimli kitabımda,
bunlardan iki tanesini oldukça detaylı bir şekilde tarif ettim. Bir
tanesi beni çarlık Rusya’sına götürdü, bir diğeri de firavunlar dönemi
Mısır’ına. Bu ikisi oldukça karmaşıktı ve buradaki sıkıntıları huzura
kavuşturmam oldukça zamanımı aldı. Soru –
Sizce ruh var mı?
Bilinç ile ruh arasındaki ilişki nedir? Cevap – Dünya üzerindeki
dinlerde, ruh ile ilgili çok farklı tanımlamalar var ve bu kelimenin
karşılığı çok net değil. Araştırmalarım sonucu sabit bir tanımlama
bulamadım. Günlük yaşantımızda ruhu, vücut / ego (Alan Watt’ın tanımı “skinencapsulated
ego”; deri ile sarmalanmış ego) ile birlikte tanımlıyoruz. Olağan dışı
hal içerisindeyken, ruha ait çok inandırıcı bir tanımlamayı
deneyimleyebiliriz. Bana göre soul yani can, bizim, dünyadaki kimliğimiz
ile spirit (ruh) arasında bir yerlerde bulunan, transpersonel âlem
içindeki, kimliğimize ait bir uzantı, yansıma. Bu sebeple can (soul),
bizim şu anki benliğimizden çok daha büyük ve transpersonel boyutlara
sahip ama yine de bir ayrı olma hissini de barındırıyor. Bilincin yüksek
seviyelerinde, adına her ne der isek; Brahma-Tao-Buda-Kozmik-İsa-Ketar-Büyük
Ruh; bize ait olan can çözülür. Soru –
When the Impossible
Happens, isimli kitabınızda, olağan dışı hallerde, bireylerin, doğum
anına gittiğini belitmişsiniz. Neden bu an, bireylerin hayatları boyunca
bu kadar etkili oluyor? Cevap – Bilincin olağan
dışı hallerinde, bireylerin doğum anını iyileştirmek, doğal bir olaydır.
Doğum öncesi rahatsızlıklar ve doğum esnasında yaşanan olumsuz
deneyimlerin hatıraları, her çeşit ve zorlu duygu ve hislerin büyük bir
deposunu ve yine çok çeşitli, duygusal ve psikosomatik semptom ve
sendromların, potansiyel kaynağını oluştururlar. Bu yüzdendir ki, doğum
hatıralarının entegrasyonu ve rahatlatılması; klostrofobi, intihar
eğilimi, kendini sabote etme eğilimi, psikojenik astım, psikosomatik
ağrılar ve migren ağrıları gibi çeşitli sıkıntıları, hatırı sayılır bir
şekilde hafifletmesi bir sürpriz değildir. Bir kişinin annesi ile
bağlantı kurmak da, bireyler arası ilişkinin pozitif etkilenmesini
sağlayabilir. Doğumda, bebeğin cerebral korteksinin, bu deneyimi
kaydedebilecek kadar olgunlaşmadığı bilgisi sebebi ile bu hatıraların
hatırlanabilmesi olasılığı reddedilir. Daha özel olarak, kortikal
nöronlar, henüz, myelin denen yağlı bir madde ile tamamen korunacak
şekilde kaplanmamıştır. Ama şaşırtıcı bir şekilde aynı bilginin varlığı,
doğumdan hemen sonraki bebeğin bakımı aşamasındaki hatıraların önemi ve
varlığının inkârı için kullanılmaz. Oral dönemdeki deneyimlerin
fizyolojik önemi, doğumdan hemen sonra, anne ve çocuk arasında, bakışlar
ile oluşan alışveriş ve bağ, doğum uzmanları ve psikiyatristler
tarafından kabul edilir. Myelinizasyon konusu çok anlamsızdır ve
bilimsel kanıtlara ters düşer. Cerebral korteksi olmayan organizmaların
hatıralarının var olduğu çok iyi bilinir. 2001 ‘de, Avusturya kökenli,
Amerikalı nörobilimci Erik Kandel’in Nobel ödülü aldığı araştırmasında,
yeni doğmuş bir bebekten kıyaslanamayacak derecede ilkel bir organizma
olan deniz-salyangozu-Aplysia’nın hafıza mekanizmasını tanımlamıştır.
Yeni doğan henüz doğduğunun farkında değildir ve bu sebeple bu ana ait
hatıraları fark edemez iddiasına, cenine ait yapılan araştırmalarda,
fetusun prenatal dönemde bile çok büyük bir hassasiyet gösterdiği
bilgisi çok keskin bir şekilde ters düşer. -HOLOTROPİK NEFES ÇALIŞMASI- Soru –
Eski kültürlerin
hangilerinde, hiperventilasyon, uygulanan bir pratik ve aşkın-bilinç
haline geçmek için bir araçtır. Cevap – Çok eski
çağlardan beri, çeşitli nefes teknikleri, dinsel ve şifa amaçlı
kullanılmıştır. Eski ve endüstri öncesi toplumlarda, nefes ve nefes alma
teknikleri, kozmoloji, mitoloji ve filozofide önemli bir rol oynardı ve
aynı zamanda ayinlerde, spiritüel uygulamalarda önemli bir araçtı. Bütün
büyük psikospiritüel sistemler, nefesi; insan bedeni, psişe ve ruh ile
dünya arasındaki en önemli bağ olarak göstermişlerdir. Bu kavram, pek
çok dilde ifade bulmuştur; Hindistan’da Prana, Yunanca’da Pneuma, Çin’de
Chi, Japonya’da Ki, İbranice’de Ruach, Latince’de Spiritus, Hawai’de Ha
v.b. Aynı zamanda, nefes uygulamalarının da olduğu pek çok teknik ile
bilinci etkilemenin mümkün olduğu bilinir. Bu amaç için, eski ve Batılı
olmayan kültürler tarafından kullanıla gelmiş yöntemlerde, nefes ile
zorlayıcı olandan daha süptil olana doğru giden uygulamaların geniş bir
yelpazesini görürüz.
Bu yöntemler, pek çok spiritüel geleneğin
sofistike egzersizlerini de barındırır. Essene’ler (Eski ezoterik bir
ekol) tarafından yapılan kendilerine has vaftiz törenlerinde, suyun
altında kalınan süre uzun tutulur. Bu da, ölüm ile yeniden doğum için
güçlü bir deneyim olur. Nefesin ekstrem derecelerinin yani hiperventilasyon
ve nefesin tutulmasının arka arkaya kullanılması ile bilinçte derin
değişiklikler sağlanabilir. Bunun ile ilgili çok sofistike ve gelişmiş
metodlar, eski Hint biliminde, “pranayama” adı ile bulunur. Şiddetli
nefes alıp vermek veya nefesi tutmak uygulamalarını da kapsayan özel
teknikler; Kundalini Yoga, Siddha Yoga, Tibet Vajrayanası, Sufi
uygulamaları, Burma Budizmi, Taocu meditasyonlar gibi pek çok egzersizin
de bir parçasıdır. Budizmde önemli bir yeri olan, daha süptil teknikler,
solunum dinamiklerinin değişiminden çok, nefes ile farkındalığın
genişletilmesini kapsar. Buddha tarafından düşünülen, basit formdaki bir
çeşit meditasyon olan “Anapanasati” nin anlamı tam olarak “Nefes almanın
dikkatliliği”dir. Buddha’nın anapana’yı öğretmesinin nedeni, kendi
aydınlanmasını başarmada etken olan bir teknik olmasıdır. Son yıllarda,
Batılı terapistler, nefesin iyileştirici potansiyellerini yeniden
keşfettiler ve ondan faydalanmak için birtakım teknikler geliştirdiler;
Leonard Orr’un yeniden doğum tekniği veya Gay Hendricks’in Aydınlık
Nefes Çalışması gibi. Eşim Christina ve ben de, Kaliforniya, Big Sur,
Esalen Enstitüsünde gerçekleştirdiğimiz, aylar süren seminerlerimizde,
içeriğinde nefes çalışmalarının da olduğu pek çok yaklaşımı denedik. Bu
metodlar içerisinde, Hintli ve Tibetli hocaların rehberliğinde,
spiritüel geleneklerden gelen nefes çalışmalarını ve Batılı terapistler
tarafından geliştirilen teknikleri de kullandık. Bu yaklaşımların her
birinin ayrı bir etkisi vardı ve nefesi farklı şekillerde
kullanıyorlardı. Biz ise, nefesin, iyileştirme potansiyelini kullanmanın
en verimli yolunu araştırarak, bu süreci, mümkün olduğunca
basitleştirmeye çalıştık. Sonuç, bizim “holotropik nefes çalışması”
dediğimiz uygulamadır. Soru –
Holotropik nefes
çalışması nedir? Cevap – Bilincin olağan
dışı halinin iyileştirici ve dönüştürücü potansiyelinden faydalanan bir
metottur. Bu metot, nefesi hızlandırma, çağrıştırıcı müzik, bedendeki
duygusal – bioenerjetik blokların meydana getirdiği tortuların
çözülmesine neden olan bedensel uygulamaların, basitçe entegre
edilmesiyle oluşur ve bilincin olağan dışı halinin uyarılmasına sebep
olur. Bu hal, bilinçdışı psişenin çok derin seviyeleri olan, çocukluk ve
bebeklikteki bastırılmış hatıralara, doğum ve doğum öncesi periyoda
geçiş imkânı sağlar. Hatta transpersonel-mistik haller dediğimiz, geçmiş
yaşam deneyimleri, arketipik figürler ile karşılaşmalar, psişenin
mitolojik âlemlerini ziyaret gibi deneyimlerin tüm spektrumuna da geçiş
imkânı olur. Holotropik nefes çalışmasının teorisi ve pratiğinde, çok
eski yerli kültürlerin gelenekleri, doğunun spiritüel filozofileri ve
batının derin psikolojisinin pek çok katmanı bir araya gelir ve
birbirlerine entegre olurlar. Bazı insanların puzzle parçalarını bir
araya getirmek gibi dedikleri “holotropik” kelimesi Yunancadaki holos=whole
(bütün) ve trepein=moving=bir şeye ya da bir yere doğru hareket etmek,
kelimelerinden oluşur ve “bütünlüğe doğru hareket etmek” anlamına gelir.
Yeni bir kelime olan holotropik kelimesi, bitkinin, her zaman güneşe
doğru yönelmesi özelliğini ifade eden, yaygın olarak bilinen,
heliotropizm kelimesi ile ilişkilidir. Bu ismin, gündelik hayatın
bilincinde bütün olmayan ve gerçekte kim olduğunun yalnızca küçük bir
parçasının farkında olan ortalama bir Batılı bireye sürpriz gibi
geleceğini tahmin ediyoruz. Bilincin olağan dışı hallerini
deneyimlemenin, İngiliz filozof ve yazar Alan Watts’ın dediği gibi,
aslında “deri ile sarmalanmış egolar” olmadığımızı hatırlatmaya yardımcı
olacak potansiyeli vardır. Yapılan son çalışmalarda görüyoruz ki,
bizler, evrensel yaratıcı prensibin kendisi ile eş değerlere sahibiz.
Fransız paleontolojist ve filozof olan Pierre Teilhard de Cardin’in
ifadesini kullanacak olursak; “Bizler, spiritüel deneyimleri olan
insanlar değiliz. Bizler, insan olmayı deneyimleyen spiritüel
varlıklarız.” Bu şaşırtıcı fikir yeni değil. Eski Hintli Upanishad lar,
“Ben kimim?” sorusuna, “Tat tvam asi.” Cevabını verirler. Bu az ve öz
Sanskrit cümlenin sözlük karşılığı ise, “Sen Sanatsın” veya “Sen
Tanrısın” dır. Bu ise şu demektir; bizler “nanarupa” (isim ve form –
vücut/ego) değiliz. Bizler, en derin tanımımızla, ilahi bir kıvılcımla
fark ettiğimiz, en derinimizdeki “öz”üzdür (Atman). Bu öz, nihayetinde,
evrensel yüce prensipler (Brahman) ile özdeştir. Holotropik nefes
çalışması ile yaşanan deneyimler, bizi, kozmik kimliğimizin farkına
varmaya götürebilir. Bu, bazen küçük adımlarla olur, bazen de quantum
sıçramaları ile. Soru –
Holotropik nefes
çalışması tekniğini nasıl geliştirdiniz? Cevap – 1973’te Viking
Basım, bana psikedelikler ile ilgili bir kitap yazmam için avans ödeme
yaptı. Maryland Psikiyatrik Araştırmalar Merkezinden ayrıldım ve
arkadaşım Michael Murphy, beni, Kaliforniya, Big Sur, Esalen
Enstitüsünde bilim adamı olarak çalışmam için davet etti. Esalen’de
kaldığım odanın ücretini ve ihtiyaçlarımı karşılayabilmek için,
workshoplar düzenliyordum. Bu workshoplarda, bilincin olağan dışı
halleri (ya da onlara söylediğim şekliyle holotropik haller) ile ilgili
araştırmalarımdan bahsediyordum ve bunun, psikoloji ve psikiyatri için
saklı olan derin anlamını aktarıyordum. Katılımcılar ise, sürekli
olarak; “Bu ilginç deneyimlerle ilgili her şeyi duyduk, bunları
gerçekten yaşamamız ile ilgili bir şeyler yapamaz mıyız? “ diye
soruyorlardı. Psikedelik araştırmalarımı yaparken, aniden gelişen hızlı
nefes almaların, deneyimin etkisini yoğunlaştırdığını gözlemledim.
Böylece, eşim Christina, nefes çalışmaları yapmaya başladı ve bunu
müzik, bedensel çalışmalar (psikedelik araştırmalarımızda da kullandık)
ve yogadan bazı kısımlarla bütünleştirdik. Uygulamaları yaparken, çiftli
çalışmalarda, sıra ile birisinin oturan, diğerinin nefes ile çalışan
olduğu durumların pek çok avantajı olduğunu keşfettik. Soru –
Holotropik nefes
çalışmasının, hangi amaçlar için kullanılmasını önerirsiniz? Cevap – Tıpkı, bilincin
olağan dışı hallerinin herhangi bir amaç için kullanılması gibi,
holotropik nefes çalışması da pek çok amaç için kullanılabilir; kişisel
gelişim, spritüel çalışmalar, duygusal ve psikosomatik bozuklukların
şifalanması, sanatsal ilham alma çalışmaları ve yaratıcılığın
geliştirilmesi gibi. Yıllar boyunca, workshoplarımıza ve eğitimlerimize
katılanlar arasında; yıllarca devam eden depresyonlarına son veren,
çeşitli fobilerinin üstesinden gelen, kendilerini tüketen anlamsız
hislerinden özgürleşen, öz-güven ve öz-saygılarını kökten değiştirip
geliştiren pek çok örnek gördük. Aynı zamanda, migren ağrıları da dahil,
şiddetli psikosomatik ağrıların ve hatta psikojenik astımın tamamen yok
olduğu, pek çok vakaya tanık olduk. Eğitimlerimize veya workshoplarımıza
katılanlar, yıllarca yaşadıkları sözel terapilerle, birkaç holotropik
seansta gerçekleşen gelişmeyi karşılaştırdılar. Soru –
Siz, aynı zamanda,
transpersonel psikolojinin de kurucularından biri olarak tanınıyorsunuz.
Transpersonel psikoloji ne ile ilgili ve onu diğer psikolojik
çalışmalardan ayıran özellik nedir? Cevap – Ünlü Amerikalı
psikolojist Abraham Maslow, transpersonel psikolojiyi; davranış bilimi,
Fred’un psikoanalizi ve hümanist psikolojiden sonra gelen, psikolojinin
“Dördüncü Kuvveti” olarak tanımlar. Yüzyılın ilk çeyreğinde,
Amerika-Avrupa psikolojisi ve psikiyatrisi, davranış bilimi ve
psikoanaliz ile yönetildi. Abraham Maslow ve Anthony Sutich tarafından
geliştirilen humanistic psikoloji, diğer ikisinin sınırlılıkları ve
yetersizliklerine bir reaksiyon olarak yükseldi. Humanistik psikoloji;
davranış biliminin, bilinci ve içsel gözlemi yok sayma eğilimini
belirledi ve fare-güvercin gibi bazı hayvanların davranışlarını
inceleyerek, insan psişesi hakkında teoriler ürettiler. Hümanistik
psikoloji, Freudcu analizlerin çok daha ötesine hareket edebilme
ihtiyacını gördü ve bir araştırma süjesi olan, normal ve süpernormal
bireyleri de kapsayan psikopatoloji çalışmalarındaki tüm datayı da
kullandı. Hümanistik çalışmaların konsantre olduğu nokta, yüksek insan
değerleri ve onları takip etme eğilimidir. Maslow’un “metavalues” (metadeğerler)
ve “meta motivations” (metamotivasyonlar) kavramları, yine Maslow’un
“self-actualizaion” (kendini güncelleme) ve “self-realization” (kendini
gerçekleştirme) kavramlarına öncülük etti. Hümanistik psikoloji,
psikoterapi’nin,” deneysel terapiler” denen, Gestalt uygulamaları, temel
terapi, biyoenerjetikler gibi, gelişmeci formunun ilerleyebilmesi için
sınır çizen bir şemsiye olma imkanı yaratıyordu. Transpersonel
psikoloji, başka bir önemli boyut ekledi, insan psişesinin önemli ve
gerçek bir tarafı olan, spiritüellik tanımı. Bu kavram, spiritüelliğin
her hangi bir şeklini reddeden, sofistikeliğin her hangi bir seviyesini,
hurafe, ilkel sihirsel düşünce, duygusal olgunlaşmamışlık veya pataloji
olarak kabul eden akademik psikoloji için oldukça radikal bir
farklılıktı. Transpersonel psikolojinin diğer önemli bakış açısı ise,
insan deneyimlerinin; bilincin olağan dışı halleri, özellikle çeşitli
formlardaki mistik deneyimler gibi, tüm spektrumu üzerinde çalışmaktı.
Transpersonel psikoloji; şamanik çalışmalar, yerlilerin ayinlerinde
yaşadıkları yolculuklar, gizemli ölüm ve tekrar doğuşlar, psikedelik
seanslar, spiritüel uygulamaların çeşitli formları (yoganın farklı
okulları, Budizm, Taoizm, Sufizm, Hristiyan mistisizmi v.b.) gibi,
bilincin olağan dışı hallerindeki deneyimler ve gözlemlerden çok derin
bir şekilde etkilenir. Ve bu nokta, benim kendi işimin başladığı
noktadır. Transpersonel psikolojiye benim katkım (adını “transpersonel”
koymamın haricinde), bilincin olağan dışı hallerinin; terapötik,
dönüştürücü ve devrimsel potansiyelinin sistematik keşfidir. Soru –
Transpersonel psikolojinin terapötik metodları nelerdir? Cevap – Bu metodlar,
oldukça geniş bir spektrumu ve eski yerlilerin uygulamalarının bir
kısmını kapsar. Bunlar; şamanik çalışmalar ve meditasyondan sözlü
terapiye kadar pek çok uygulama, hipnoz, deneysel terapiler ve
psikedelik maddeler ile çalışmalar gibidir. Transpersonel psikoterapinin
öncüsü, Francis Vaughan, tranpersonel terapisti tanımlayan şey, sadece
terapötik seansları kullanması değil, çok geniş bir konteksti
kullanmasıdır, der. Seansın içeriği, hastanın, terapi esnasında,
terapinin içine ne kattığıdır. Transpersonel bir terapist, hasta ile
transpersonel bir problem olarak, biografik, perinatal bir çalışma
yapabilmek için, psişenin çok geniş modelinin bilgisine sahip olmalıdır.
-KLİNİK ÇALIŞMALAR VE YENİ PROJELER- Soru –
Adanmış bunca
yıldan sonra, sizin için en olağan üstü keşif neydi? Neden? Cevap – Sadece tek bir
keşif diyemem ama birkaç tanesini söyleyebilirim. Birincisi, Batı
psikolojisinin sadece yüzeyini kazıyabildiği, müthiş enginlikteki insan
psişesidir. Bu alan, Batı biliminin, ilkel veya yanıltıcı olarak
nitelendirmesine rağmen, aslında pek çok açıdan; bilincin anlayışı,
insan psişesi ve gerçekliğin doğası ile ilgili daha doğru bir anlayışa
sahip olan; şamanizm, mistisizm ve doğulu spiritüel filozoflar gibi
sistemlerin gerçekliği ile ilişkilidir. Diğer bir konu da,
spiritüelliğin, insan psişesinin, var oluşunun, gerçek ve önemli bir
boyutu olduğunun keşfidir. Sonuncu, şaşırtıcı keşif de, astrolojinin
saçma ve sahte bir bilim olmadığıdır. Doğru bir şekilde anlaşılıp,
uygulanılırsa, oldukça faydalı bir araçtır. Soru –
Bu güne kadar kaç tane hastaya baktınız? En önemli
problemleri ne idi? İyileşme süreçleri nasıldı? Bu tip iyileşmelerde,
özellikle belirtmek istediğiniz bir standart var mıdır? Cevap – Profesyonel
yaşantımda, üçbinden fazla psikedelik seans, yaklaşık otuzbeşbin
holotropik nefes çalışması seansı (Bunların hepsi, grup çalışmasıydı,
bazıları üç yüzden fazla katılımlıydı) ve “spiritüel acil durumlar”
yaşayan insanlarla yapılan çalışmalar yönettim. Maryland Psikiyatrik
Araştırmalar Merkezinde, alkolikler, narkotik uyuşturucu bağımlıları ve
ölümcül kanser hastalarıyla yapılan, psikedelik terapilerin hepsi
kontrol edilip, tamamlandı. Bu çalışmaların tamamı, profesyonel
dergilerde yayımlandı ve kayda değer sonuçlar elde edildi. Kendi
yaptığımız, nefes çalışmalarının gözlemleri, kontrollü bir çalışma
şeklinde olmadı ama bizim yetiştirdiğimiz öğrencilerin yazdığı klinik
yazılar ve tezler de var. Soru –
Çalışmalarınız,
akademik alanda nasıl karşılanıyor? Cevap – Çalışmalarım, bazı bilimsel alanlarda, hararetli bir şekilde kabul edildi. İlk pozitif cevap, şaşırtıcı bir şekilde, quantum ile ilgili fizikçiler olan Fritjof Capra, Fred Wolf, Saul Paul Sirag, Nick Herbert, David Bohm ve en yeni olarak Amit Goswami’den geldi. Bu bilim adamları, eski monistik, maddesel filozofinin ve Cartesci - Newtoncu evrensel imajın, akademik bilimi baskıladığının ve umutsuzca çağdışı olduğunun gerçeğine uyandılar. Fikirlerim, yeni model biyoloji, beyine holografik yaklaşım, sistemler teorisi, tanatoloji, parapsikoloji gibi farklı disiplinleri temsil eden öncü bilim adamları tarafından da oldukça pozitif bir yaklaşım ile kabul edildi. Dirençlerin çoğu, bilimde bu tip yeni yaklaşımlara oldukça kapalı olan akademik çevrelerden gelir. Bazı geleneksel bilim adamları, adına bilimden çok bilimcilik diyebileceğimiz bir yaklaşım ile modası geçmiş modellere sahip çıkmak konusunda oldukça ısrarcıdırlar. Tutumları, kökten dincilerin yaklaşımlarına benzer, dünyanın ne olduğu ile ilgili kafalarında bir model oluştururlar ve bunun dışındaki her hangi bir kanıta ve başka alanlara karşı tamamen vurdumduymaz olurlar. Son yıllarda, ne zaman bir bilimsel buluş olsa,
kanıtlanmış olan bu buluşlar, gericiler için her zaman şok edici olur
fakat yine de transpersonel psikolojistler tarafından, kendi buluşları
ile uyumlu olan bu sonuçlara hoş geldin denir ve kucaklanır. Bunlar;
quantum-izafiyet fiziği, Karl Pribram’ın beynin holografik modeli, David
Bohm’un holomovement (holohareket) teorisi, Ilya Prigogine’in dağıtkan
yapılar teorisi, Rupert Sheldrake’in morfogenetik kavramı, Ervin
Laszlo’nun psi-alan v.b. dir. Şimdiye kadar, çalışmalarım için en
anlamlı tebrik, akademik çevreden olmasa da, olağan üstü bir yazar ve
ilham verici bir devlet adamı olan Çek Başkan Vaclav Havel’den geldi.
Prag’da, prestijli bir ödül olan Vision 92 ödülünü, Dagmar ve Vaclav
Havel Vakfından alacağım. Dünya üzerindeki pek çok insan gibi, Vaclav
Havel’e büyük saygı duyarım ve onun tarafından bu şekilde kabul
edildiğini bilmek de çok büyük bir onur. Soru –
Son zamanlarda, ne
tür araştırmalar yapıyorsunuz? Bu araştırma neye yönelik? Cevap – Buna ister karma
deyin, ister kader, araştırmam tartışmalı alanları kapsıyor. Şu sıralar,
bilincin olağan dışı halleri, arketipik astroloji ve astrolojinin bir
karışımı olan bir araştırmaya yoğunlaşmaktayım. Yakın arkadaşım Rick
Tarnas ile birbirimizi tanıdığımızdan beri bu konular ile ilgili
araştırmalar yaparız, San Fransisko, Kaliforniya İntegral Çalışmalar
Enstitüsünde, Psişe ve Kozmos isimli kurslar veriyoruz. Bu, oldukça
kapsamlı olan konu ile ilgili yeterli bilgiyi, röportajımız süresince
size aktarmam mümkün değil. İlgililerine Rick’in müthiş kitaplarını
önerebilirim. Passion of the Western Mind and Cosmos and Psyche (Batılı
zihin ve Kosmos ve Psişenin tutkusu). Soru –
Sizce spiritüellik,
bilime, bilimin sırlarının anlayabilmek adına nasıl katkıda bulunabilir? Cevap – Bana göre,
spiritüellik ve bilim, çatışma içerinde olmaması gereken, varoluşun
anlaşılması adına birbirini tamamlayıcı iki yaklaşımdır. Ken Wilber’in
belirttiği gibi, “Eğer bilim ile din arasında bir çatışma var ise,
bizler muhtemelen “sahte bilim” ve “sahte din” ile karşı karşıyayız.
(Sözde bilim ve yanlış din) En önemlisi, spiritüellik bilime, bilimsel
testlerin konusu olabilecek şekilde, derin bir kavrayış sağlama
katkısında bulunabilir. Willis Harman, Yüksek Yaratıcılık (Higher
Creativity) isimli kitabında, verdiği pek çok örnek ile bilim
adamlarının, günlük zihin durumları ile çözmeyi başaramadıkları
problemlerini, olağan dışı haller durumunda çözdüklerini ve yine,
içlerinde Nobel ödülleri de almış olan, dikkat çekici bilimsel projelere
ilham aldıklarını belirtir. Bunlardan bir tanesi, Francis Crick’in, DNA
molekülü ile ilgili açıklamasında, takıldığı problemi, LSD ilacının
etkisi altında çözdüğüdür. Soru –
Psikiyatrinin
geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yaptığınız araştırmaların, bilimin hangi
alanlarının değişmesine yardımcı olabileceğini düşünüyorsunuz? Cevap – Gelecekte
psikiyatriyi, daha çok, olağan dışı haller, arketipik psikoloji ve
astrolojinin bir karışımı olarak transpersonel psikoloji alanında
görüyorum. Transpersonel psikolojinin ve bilimin yeni modelinin,
birlikte entegre olduğu, kapsamlı bir evrensel bakış açısı olan bilim
modelinin hızla oluştuğuna inanıyorum. Soru –
Kaç kitabınız
yayımlandı? Cevap – Bu, çok kolay
bir soru; 20 kitap ve 140’ın üzerinde, profesyonel dergilerde
yayımlanmış makale. Bilginiz için kitaplarımın listesi;
Soru –
Bundan sonraki
projeleriniz nelerdir? Cevap – Sinemacılıkta, özel efektler teknolojilerindeki müthiş ilerleme beni büyülüyor. Bu alanda, dinazorlar ya da şehirleri yıkan yaratıklar görmektense, mistik deneyimlerin canlandırılmasını görmek isterdim. Bunun ile ilgili, eskiye ait bir deneyimim var; 1982’de, eşim Christina ve ben, özel efektler sihirbazı, Doug Trumbull (2001, Blade Runner, Close Encaunters, v.b.) tarafından, bir bilim kurgu filmi olan, Beyin Fırtınası’nın özel efektleri için, danışman olarak davet edildik. Ana fikir, zamanın en iyi özel efektlerini kullanmak ve ölüm deneyimini inandırıcı bir şekilde canlandırabilmek için bilincin olağan dışı halinin bilimsel alt yapısını kullanmak idi. Ancak, Natalie Wood’un, zamansız trajik ölümü, anlaşmaya zarar verdi ve MGM, bu olayın ardından maddi desteğini geri çekti. Bu trajik olayın neticesinde, yüksek kalitede bir filmde, bizim ile ilgili olan ve bizim açımızdan en ilginç olan, holotropik halin benzerini yaratmak düşüncesi için yeterli para yoktu. Bu heyecanlı fakat başarısız deneyimden beri, özel efekt teknolojisinin hızlı gelişimini, büyük bir ilgi ile takip ettim. Hayrette bırakan başarısı beni çok etkiledi ve sahip olduğu büyük potansiyel oldukça fazla heyecanlandırdı. Fakat aynı zamanda, bu sıra dışı sanatın daha çok, şiddet ve yıkım sahnelerinin canlandırılması için kullanılması da beni hayal kırıklığına uğrattı. Son yıllarda, dijital imajinasyonlar ile özel efektlerin doğallığı ve kalitesinin, film yapımında yeni ve heyecanlı yollar açılabileceğine beni ikna etti. Bilinç araştırmaları, transpersonel psikoloji ve modern özel efektler teknolojisinin evliliği, eminim ki, sadece mistik deneyimleri inandırıcı bir şekilde canlandırmakla kalmayacak, seyircilerin pek çoğunu da, bu konuda ikna edecektir. Bu stratejiyi kullanan filmlerin, teknik olarak “entheogenic”, yani spiritüel deneyimlere sebep olma (içindeki tanrısallığın uyanışı) potansiyelleri olacağına dair kuvvetli bir hissiyatım var. Böylece, bir eğlence sistemi olmaktan çok dönüşümün önemli bir aracı ve insanlığın bilincinin, bireysel olduğu kadar daha büyük kesitten bakıldığında kolektif olarak evrimini sağlayan bir özelliği olacaktır.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||