https://www.flemming-pehrsson.de/ https://www.genuss-leipzig.de/ https://www.beafennema.nl/ https://www.paranoia-band.de/ https://www.jangcard-reisen.de/ https://www.werners-index.de/ https://www.tinnitustrupp.de/ https://www.securus-peine.de/ https://www.teledock.nl/ https://www.motorkai.de/ https://www.ikchatmetvreemden.nl/ https://www.motorkai.de/ https://www.cosimo-kindermode.de/ https://www.havarie-lehmann.de/ https://www.bscmarzahn.de/ https://www.aktionspreisforum.de/ https://www.anton-heim.de/ https://www.motorkai.de/ https://www.jestetter-zipfel.de/ https://www.rude-ruetten.de/ https://www.vidmail.nl/ https://www.getwartool.com/ http://www.jovoeg.de/ https://www.campdragan.com/ https://www.visionalert.nl/ https://www.lifenstyle.de/ https://www.tewes-grafik.de/ https://www.ikchatmetvreemden.nl/ https://www.vuongdesign.nl/ https://www.mieletlait.com/ https://www.redlightindex.de/ http://www.chariotsofthedead.com/ https://www.redlightindex.de/ http://www.paalman-tempelman.nl/ https://www.maxtreppen.de/ https://www.apply-pictures.de/ https://www.carolath-collection.de/ http://www.orangewebbers.nl/ https://www.dreherei-glock.de/ https://www.vidmail.nl/ https://www.crashman.nl/ http://www.byeve.de/ https://www.sundz-design.de/ https://www.casa-vento.de/ https://www.werners-index.de/ http://www.kaniko.de/ https://www.tollwort.de/ http://www.laadidas.com/ https://www.michaeljordanjersey.top/ http://www.hoenskliks.nl/

           
       
anasayfa hakkimizda linkler iletisim
   
   
   
SİTE PLANI
Şifa Nedir
Bireysel Hizmetler
Uygulamalar & Teknikler
Eğitimler
Psişik Korunma
Aura ve Enerji Alanı
Tamamlayıcı Yöntemler
Ruhsal Şifacılar
Yazılar
Kitaplar
 
 
 
 

 

AURA VE ENERJİ ALANI ARAŞTIRMALARI

 

Fadime ÇELİK

             

İnsan Enerji Alanı ile İlgili Araştırmaların Tarihçesi

 

Pek çok mistik ve ruhsal gelenekler kendi zamanlarına özgü kavramlar ve anlayışlarla insanın bir enerji alanına sahip olduğunu ifade etmiştir.  Bu enerji alanının evrenin her parçasına nüfuz etmiş bulunan hayat enerjisinin insandaki görünümü olduğu kabul edilmiştir. Bu kadim bilgiler bilim adamlarının son yüzyılda yapmaya başladıkları araştırmalar ile uyum içerisindedir.

Eski Hint’teki 5000 yıldan gerilere giden kutsal metinlerde Prana adı verilen evrensel bir enerjiden bahsedilir. Bu enerji, yaşamın temel kaynağı olarak görülür. Prana, yani yaşam nefesi, tüm formlar için geçerlidir ve onlara hayat verir. Yogiler bu enerjiyi nefes alıp verme teknikleri, meditasyon ve çeşitli fizik hareketlerle birlikte şuur düzeyini yükseltmek ve gençlik süresini artırmak için kullanırlar.

Çinliler, milattan önce 3.yüzyılda, Chi ya da ki dedikleri bir yaşamsal enerjinin varlığını önermişlerdir. Tüm maddeler dolayısıyla canlı ve cansız olan her şey bu evrensel enerjiden oluşur. Bu enerji iki kutupsal güce sahiptir: Yin ve yang. Yin ve yang dengedeyse, yaşayan sistem fiziksel sağlığa sahiptir; bir dengesizlik varsa, hastalık meydana gelir. Bu enerjinin bedende “meridyenler” denilen çeşitli yollardan akmakta olduğu kabul edilmiştir. Akupunktur ve akupresür gibi çeşitli tedavi sistemleri bu meridyenlerdeki chi akışının dengelenmesi üzerine kuruludur. Tai chi, chuan ve chi kung gibi uygulamalar chi’nin bedende rahatça akmasını sağlamayı hedef alır. Çeşitli dövüş sanatlarında da bu enerjinin kol ve bacaklarda yoğunlaştırılması öğretilir.

M.Ö. 6. yüzyılda ortaya çıkan mistik Yahudi felsefesi olan Kabala’da, bu yaşamsal ilkeye nifiş denmiştir. Yumurta biçimli bir yanardöner kabarcığın tüm insan bedenlerini sarmakta olduğu öğretilmiştir.

 

Stanley Krippner

 

Yazar John White ve parapsikolog Stanley Krippner “Geleceğin Bilimi” adlı kitaplarında, auraya 97 farklı adla değinen 97 farklı kültürü sıralamışlardır. Bunlardan birkaçını sayacak olursak, eski Hindu Vedik metinleri, Teozoflar, Gülhaç Şövalyeleri, Amerikan yerlisi şifacılar, Tibetli ve Hintli Budistler, Japon Zen Budistleri vs. Bu kültürler ve pek çok ezoterik öğreti insan enerji alanını detaylı bir şekilde tarif eder. Kadim kültürlerin günümüze kadar gelen metinlerinde ileri derecede spritüel bireylerin auralarının son derece parlak olduğu, normal insanların bile bunu görebildiğine değinilir. Buda, İsa gibi spritüel varlıklar başlarında bir ışık tacı ile resmedilir.

 

Modern Çağ Öncesi Bilimsel Araştırmalar

 

M.Ö. 500 ile 19. Yüzyıl Arası

Kadim doğu öğretilerinde tanımlanan aura veya insan enerji alanı ilk kez M.Ö. 500 yılında, Fisagorcular tarafından Batılı literatüre sokulmuştur. İnsan bedeninin dışına taşan ışık bedenin hastalıkların tedavisi de dahil olmak üzere, çeşitli etkiler yaptığını kabul etmekteydiler.

 

                                    

                                      Paracelsus                                Franz Anton Mesmer

 

Orta çağ bilginlerinden Paracelsus, bu enerjiye “illiaster” adını vermiş ve bunun yaşamsal güç ile yaşamsal maddeden oluştuğunu söylemiştir. “astral” sözcüğünü ilk kullanan kişidir.  Matematikçi Helmont, 1800’lerde, cismi ya da somutluğu olmayan ama yaşamsal ruh ile tüm vücutlara nüfuz eden bir maddeden bahsetmiştir. Yine matematikçi Leibnitz, evrenin temel elementlerinin kendi öz devinimlerini içeren güç merkezleri olduğunu söylemiştir.

1700’lerin sonları ve 1800’lerin başlarında Avusturyalı hekim Anton Mesmer’in konu ile ilgili çalışmalar yapmış olduğunu görüyoruz.

Mesmer de pek çok araştırmacı gibi tüm evreni doldurmuş bulunan hayati bir enerjinin mevcut olduğunu öne sürmüştür. Bu enerjinin bir akışkan tarzında nakledilebildiğini söylemiştir. Bu enerjinin nakledilmesiyle pek çok hastalığın tedavi edilebildiğini keşfetmiştir.

 

Anton Mesmer ve Çalışmaları

Tıp doktoru olan Franz Anton Mesmer, 23 Mayıs 1734’te doğmuş ve 1815’te, seksen bir yaşında ölmüştü. Mesmer’in buluşuna verdiği isim “mesmerizm” yani “Canlısal Manyetizma” anlamına gelir.

Paracelsus’un yazılarından etkilenen Mesmer, tez konusu olarak, o günün tıbbi bakış açısına oldukça ters düşen ‘gezegenlerin insan bedeni üzerindeki etkileri’ ni seçer.

Bugün, istiridye ve bazı solucan cinslerinin hayat devrelerinin ayın evrelerine bağımlı olduğunu biliyoruz. Güneşteki lekelerin insanı zihinsel ve psikolojik yönden etkilediğini biliyoruz. Bütün bunlar Mesmer’in ne kadar ileri görüşlü olduğunu gösterir.

“Eğer yıldızlardan gelen bir tesir söz konusu ise o zaman bu tesir onunla karşılıklı etkileşim içinde bulunan Dünya’da da bulunmalı” diye düşünür.

Böylece her şeye nüfuz edebilen, canlısal manyetizma gücü için bir taşıt gibi iş gören ve evrensel akışkan dediği bir enerji kavramını geliştirir. Mesmer, hayvanların, bitkilerin,  suyun, taşların bile bu sihirli akışkanla yüklü olduğu düşüncesindedir.

1774’te Mesmer, Viyana Üniversitesi profesörlerinden ve aynı zamanda Maria Theresa’nın kraliyet astrologu olan bir Cizvit papazının mıknatısları tedavi amacıyla kullandığını duyar. Paracelsus da iki yüz sene önce aynı olasılığı rapor ettiği için bununla ilgilenmeye karar verir. Papazla birlikte çalışmaya başlar. Cizvit iyileştirici etkenin mıknatısın kendisi olduğunu düşünürken Mesmer, mıknatısın iyileştirici güçteki akışkana aracılık eden bir alet olduğuna inanır.

 Mıknatısları uzun süredir hasta olan kişiler üzerinde dener. Hasta bölgenin üzerinde mıknatıs tutar. Hastalıklarda kayda değer iyileşmeler elde eder. Mıknatısı hasta bölgeye tutmaya başlamasıyla ağrıda bir artış başlar. Bunu rahatlama ve iyileşme izler.

Daha sonraları mıknatıstan başka kağıt, ekmek, yün, ipek, deri, köpek, insan ve her şeyin iyileştirici bir gücü kendine çekebildiğini ve onu yayabildiğini bulgular.

Kendisinin de bir güç jeneratörü olduğunu, ellerini sorunlu bölge üzerinden geçirmek suretiyle bazı hastaların iyileştiğini keşfeder.

Mesmer asla kendisini ruhsal bir şifacı olarak görmemiştir. Uygun bir eğitimle herkes tarafından uygulanabilecek doğal bir fenomenle çalıştığını kabul etmiştir.

İyileşmenin olabilmesi için zihinsel isteğin önemini fark eder. Yani Psiko-dinamik olarak iyileştirici etkinin hastaya girmesi yoğun olarak istenmeli ve daha da önemlisi hasta tarafından kabullenilmelidir.

Fransız Bilim Akademisi’nin Başkanı, Dr. Charles Le Roy’un ricası üzerine yirmi yedi maddelik bir memorandum hazırlar. Canlısal manyetizma olarak adlandırdığı gücün işleyiş prensiplerini ve özelliklerini tanımlar.

Bu prensiplerin bazıları özetle şöyledir:

•Tüm gök cisimleri, dünya ve bütün canlı varlıklar arasında karşılıklı uyuma dayalı bir tesir alışverişi vardır;

•Evrenin her tarafına yayılan, hiçbir boşluğa izin vermeyen ve bu tesir alışverişini nakleden bölünmez, süptil bir akışkan mevcuttur;

•İnsan bedeni mıknatısa benzer kutupsal özellikler sergilemektedir;

•Canlılarda bulunan bu canlısal manyetizma canlı ve cansız varlıklara aktarılabilir;

•Bu enerji ışık gibi aynalar sayesinde yansıtılabilir, ses aracılığıyla nakledilebilir;

•İnsan özel yöntemler kullanarak bu enerjiyi kendisinde toplayıp yoğunlaştırabilir;

•Bazı insanlarda bu enerji daha güçlü ve yoğundur;

•Bazı insanlar bu enerjiye karşı daha hassas ve duyarlıdırlar;

•Canlısal manyetizma, doğal manyetizmden farklıdır;

•Bu manyetik güç pek çok hastalığı iyileştirebilir.

 Bugün çok çeşitli isimler altında uygulanan manyetik şifacılığın bilimsel temellerini Mesmer atmıştı. Manyetizma günümüzde özellikle Fransa’da yaygın olarak uygulanan ve çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan geçerli bir iyileştirme yöntemidir.

Manyetizma, insandan yayılan manyetik güce hassas olan kimselerin trans haline sokulmasında da kullanılabilmektedir. Manyetik paslar yoluyla hiçbir telkin kullanmadan ipnozda elde edilene benzer hatta daha derin bir trans hali elde edilebilir. Manyetik trans, gerek duyular dışı yeteneklerin geliştirilmesi, gerekse medyonomik çalışmalarda başarılı bir biçimde kullanılmaktadır.

1800’lerin ortalarında Kont Wilhelm Von Reichenbach, “odik” güç diye adlandırdığı “alan” üzerinde 30 yılı alan çalışmalar yapmıştır.

 

Reichenbach ve Od

Reichenbach, 19.yy’ın başlarında Avrupa’daki bilim çevrelerince yakından tanınır. Meteorlar konusunda tam bir otoritedir. Creosot’un kaşifi olan Reichenbach’ın bilimsel kredisi başlangıçta oldukça sarsılmazdır. Fakat dikkatini “od” diye adlandırdığı şeyin incelenmesine yönelttikten sonra meslektaşlarının öfkeli saldırılarına maruz kalır. Dostları tarafından bile terk edilir. Çünkü elde ettiği verilerin çoğu duyular dışı algılama yeteneği olan  “hassas” kişilere dayanmaktadır. Buluşlarının çoğu Mesmer’in “canlısal manyetizma”sı ile örtüşür.

Reichenbach, her canlıyı kuşatan enerji alanına “od” ismini verir. Ona göre od, doğadaki her şeyi süptil bir şekilde kaplar ve karşı konulmaz bir güçle akar.

Reichenbach “magnetod” yani mıknatıslardan yayılan odik güç ile deneyler yapar.

Mesmer gibi o da birçok kişinin bedenlerinin üzerinden bedenlerine dokunmaksızın bir mıknatıs geçirildiğinde açık bir şekilde değişik duyumlar hissettiklerini bulgular. Bazı insanların mıknatısın meydana getirdiği somut duygulara hassas olduğunu anlar. Hassas insanların karanlık bir ortamda görsel duyumlar alıp alamayacağını merak eder.

 İlk önce kataleptik nöbetler geçiren bir kızla çalışır. Hiç kimsenin en ufak bir şey göremeyeceği kadar karanlık olan bir odada mıknatısın kutuplarından yayılan ışığı görebildiğini keşfeder. Kız ışıktan fazlasını tanımlamıştır; o hareket eden, kayan bir alevdir. Reichenbach, deneylerine, çoğu mükemmel derecede sağlıklı başka hassas deneklerle devam eder. Bunların gözlemleri hep doğrulayıcı nitelikte olur.

Hassas kişilerin karanlıkta kalma süresi uzadıkça ışık giderek güçlenir, süjeler bir süre sonra mıknatısın oldukça uzağındaki nesneleri ve kişileri bile ayırt edebilir. Dr. Şefika Karagülle, Reichenbach’ın mıknatıslarla yaptığı bu deneyleri tekrarlayarak aynı sonuçları almıştır. Bundan daha sonra söz edeceğiz.

Reichenbach, kristallerin de “od” yaydığını keşfeder ve buna “kristalod” adını verir. Karartılmış bir odada büyük bir kuartz kristali kullanır. Günümüzde pek çok şifacı hem mekan temizliğinde hem şifa çalışmalarında ametist, kuartz gibi kristalleri kullanmaktadır.

Reichenbach da, Mesmer gibi kendi bedeninin de “od” yaydığını keşfeder. Karanlıkta parmak uçlarından beş - on cm boyunca ışık çıktığını gözler. Bedeni de sise benzer bir dumanla çevrilidir. Ellerle yapılan şifa çalışmalarında bu gücün etkili olduğu sonucuna varır. Hassas denekler, kırmızımsı olan jenital bölgeden mor olan baş bölgesine doğru yükselen bir renk spektrumunu bildirir. Bu, doğu öğretilerinde sözü edilen ve hassas kişiler tarafından algılanan ve enerji girdapları olarak tanımlanan şakraların renklerine karşılık gelmektedir.

Reichenbach güneşten (heliod) ve ay’dan da (lunod) “od” geldiğini düşünür. Güneşten gelen “od”un tespiti için deney yapılır. Bulutsuz bir günde, hassas bir denek evin içinde oturup on metrelik bakır telin bir ucunu tutar. Telin diğer ucu açık havadadır. Denek bir güç yayılımını hisseder. Telin dışarıdaki ucuna bakır bir plaka bağlandığında deneğin algıladığı etki artar. Denek kendini keyifli ve neşeli hisseder. Plaka gölgeye alındığı zaman, güneş ışınları eğik düştüğü zaman etki azalır, dik düşerse etki artar.

 

Wilhelm Reich ve Orgon Enerjisi

Wilhelm Reich

 

Wilhelm Reich, 1919’da tıp fakültesindeyken, Sigmund Freud’un başı çektiği radikaller grubuna katılır. Psikoanaliz üzerine meslektaşlarınca da kabul gören çeşitli makaleler ve kitaplar yazar. Norveç’e ve oradan da Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eder.

Reich, araştırmalarının sonucunda ısı,  elektrik, manyetizma, kinetik enerji, kimyasal enerjiden farklı olan yeni bir enerji türü bulduğunu öne sürer. Onun keşfettiği süptil enerji için bulduğu isim “Orgon”dur. Orgon enerjisinin kronik biçimde bloke olmasının hastalıklara yol açabileceğini ileri sürer. Ki bu görüş eski doğu öğretilerinde de vardır.

Nevrotik hastalarda, yedi enlemesine kas grubunun kronik gerilim durumunda bulunduğunu keşfeder. Enteresan olanı ise bu kas gruplarının bulunduğu bölgelerin yoga sistemindeki şakraların bulunduğu bölgeler olmasıdır.

Reich’ın yaptığı çalışmalarda egzersiz ve masaj yoluyla kronik kas spazmları giderildiği zaman, önce duygusal bir boşalma olur. Daha sonra hasta bedeninin içinde enerji “akımları” hisseder. Bir süre sonra fiziksel hastalıkların iyileştiğini tespit eder.

Günümüzde buna benzer bir teknik “beden psikoterapisi” adı altında uygulanmaktadır. Psikolojik sorunları olan kişiler, uzman kontrolünde, çeşitli beden hareketleri ve nefes egzersizleriyle hem kas spazmlarını gidermekte hem de sorunlarını dışlaştırarak çok ciddi iyileşmeler elde etmektedirler.

 

Orgon Akümülatörleri

Reich ayrıca iletken olmayan izolatör maddelerin güneşte belli bir süre bırakıldıkları takdirde orgonla şarj olduklarını bulgular. Aşırı nem, gölgede havalandırma, suya sokma ise onları deşarj eder. Reichenbach’ın keşfettiklerini tekrarlar. “Organik maddeler orgon enerjisini emer ve depolar” der.

Orgon enerjisini hapsetmenin ve depolamanın yollarını arar ve “orak” adını verdiği bir kutu geliştirir. Bu kutu, bir metal ve organik maddeden yapılma iki tabakadan oluşur. Metal ve organik maddeden oluşma tabakaların sayısını artırarak etkinin güçlendiğini keşfeder.

Suyun en iyi orgon emicilerden biri olduğunu anlar. Suyun süptil enerjileri emme kabiliyeti Mesmer ve Reichenbach tarafından da keşfedilmiştir. Dünyanın her tarafındaki ruhsal şifacılar ve dini liderler de.

 

Reich’tan Sonraki Deneysel Çalışmalar 

             

                                        Thelma Moss                   Dr, Bernard Grad

 

UCLA Üniversitesinden Thelma Moss, orgon akümülatörü ile deneyler yapar. Bir orgon akümülatörü, bir de aynı ölçüde tahtadan yapılmış kontrol kutusu kullanır. Kutuların her birine aynı bitkiden kopartılan 10 yaprak konur. Yaprakların her gün Kirlian fotoğrafları alınır. 7 gün sonra orgon kutusundan gelen 10 yapraktan 8 tanesi parlak imgeler üretirken kontrol kutusundan gelen 3 yaprağın fotoğrafı alınabilir. Orgon kutusundaki yapraklardan 8 tanesi 15 gün sonra bile Kirlian imgeler üretirken diğer kutudaki yapraklar solmuş ve ışık görüntüsü alınamamıştır.

Bu bulgu önemlidir çünkü Reich’ın orgon akümülatörlerinin tedavi amaçlı kullanımının mümkün olduğunu göstermektedir. Orgon akümülatörleriyle ilgili bir başka önemli deney serisi ise McGill Üniversitesinden Dr. Bernard Grad tarafından yürütülmüştür. Dikkatli deneysel kontroller kullanarak Dr. Grad kanserli fareler üzerinde orgon akümülatörünün tedavi edici etkilerini denemiştir. Bu çalışmada Orgon tedavisi kanserle ilgili semptomları yatıştırmış ancak hayvanların ömrünü uzatamamıştır.

 

Canlılardaki Enerji Alanının Fiziksel Yönleriyle İlgili Araştırmalar

 

Canlı Hücrelerden Yayılan Radyasyonlar

 

                     

                              Alexander Gurvitch                          Vlail Kaznacheyev

 

1920'ler ve 30'larda Rus dokubilimci Alexander Gurvitch, tüm canlı hücrelerin mitogenik radyasyon olarak adlandırdığı görünmez bir radyasyon ürettiğini duyurur. Bu ışınımlara maruz bırakılan bitki ve doku kültürlerinde hücre bölünmesinin arttığını gözlemler.

Bu sonuçlar, hedef hücrelerle aktarıcı hücreler birbirinden bir kuartz parçasıyla ayrıldığında elde edilir. Fakat kuartzın yerine cam ya da jelatin tabakası konduğunda artmış hücre bölünmesi gözlenmez. Cam ve jelatinin ultraviyole frekanslarını engellediği bilindiğinden için Gurvitch, bu mitogenik ışınların ultraviyole dalga boyunda ya da daha kısa dalga boyunda olduğuna inanır. Diğer bilim adamları da onun deneylerini tekrarlarlar ancak tutarsız sonuçlar aldıkları için Gurvitch'in teorileri 1960'ların sonlarına kadar dışlanır.

1967'de Sibirya, Novosibirsk’te çalışan Vlail Kaznacheyev, Simon Schchurin ve Ludmilla Mikhailova bir dizi deneysel çalışmayı rapor ettiler. Titiz kontroller altında yürüttükleri 5000'den fazla deney sonucunda Gurvitch'in ilk çalışmalarını net bir şekilde tekrar etmeyi başardılar. Farklı hücre kolonileri yalnızca ultraviyole ışınlarının geçmesine izin verecek biçimde tasarımlanmış kuartz bir duvarla birbirinden ayrılmışlardı. Hücre kolonilerinden birini öldürmek için öldürücü radyasyon, kimyasal zehirler, virüsler gibi çeşitli araçlar kullanıldı.

Her seferinde, kuartzla perdelendiği için hastalık etkeninin bulaşması mümkün olmayan hücre kolonisi, hastalık bulaştırılan veya öldürülen diğer hücre kolonisiyle aynı semptomları gösterdi. Kuartzla perdelenmiş hücrelere bakteri bulaşması olmadığı halde bunların ölmesinin nedeni ölen veya hastalanan diğer koloni hücrelerinin yaydıkları ışımaydı. Yaydıkları ışımanın ultraviyole dalga uzunluğundaki elektromanyetik sinyaller olduğu anlaşıldı.

Bir diğer Sovyet araştırmacısı, Moskova Üniversitesi Biyofizik bölümü başkanı Dr. Boris Tarusov, yüksek hassasiyette foto-elektrik cihazıyla elektromanyetik ışınımları keşfetmeye başladı. Bu cihazlar askeriye, casusluk ve polis tarafından kullanılan ve tam karanlıkta görmek için kullanılan cihazlara benzer cihazlardı. Aynı zamanda astronomide zayıf ışıklı yıldızları izlemek için kullanılmaktaydı. Tarusov, bitki yapraklarından hatta hücrelerden gelen aşırı derecede zayıf iniş çıkışlı ışık ışınlarını tespit etmeyi başardı.

Bilim yazarları Ostrander ve Schroeder'e göre Tarusov 1972'de çok önemli bir başarıya imza atmıştı. Onun bulduğu ışık dalgalanmaları (iniş çıkışları) rastgele değildi ve bitki metabolizmasından daha fazlasıyla ilgiliydi. Belirli patolojik (hastalıklı) şartların ortaya çıkışıyla bağlantılı ışık örüntüleri keşfedildi. Örneğin köklerde aşırı su veya tuzlanmada, gübre eksikliği veya fazlalığında, bir bakteri veya mantar saldırısı söz konusu olduğunda çeşitli ışık sinyalleri tespit edildi.

 Bu ışık sinyalleri, bitki hakkında, bitkide fiziksel bir hastalığa dair herhangi bir işaret görülmezden çok önce bilgi veriyordu.

 

                        

                                Dr. Harold S. Burr                            Dr. Victor Inyushin

           

 Sovyet biyoenerji araştırmacısı Dr. Victor Inyushin ve meslektaşları Alma-Ata’daki Kazakistan Devlet Üniversitesi’nde hayvanların ve insanların gözlerinden yayılan Ultraviyole ışınımlarını tespit etmişlerdir. Inyushin bu etkiyi, özel filtreler ve teknikler kullanarak ultraviyole hassasiyetli film üzerine fotoğraflamayı başarmış ve çok net imgeler elde etmiştir.

 

L- Alanları

Yaşamın elektrodinamik teorisindeki gelişmelerin öncülerinden ikisi de Yale Üniversitesinde anatomi profesörü olan Harold S. Burr ve psikiyatrist Leonard J. Ravitz’dir. Bu araştırmacılar hassas aletler kullanarak elektromanyetik alanların canlı protoplazmanın gelişimi ve onarımını yönlendirdiğini bulmuşlardır. Yaşam alanı ya da L- alanı (life field) olarak adlandırılan bu keşif kurbağa bacağı ile yürütülen bir deneyle belirlenmiştir.  L- alanları, elektromanyetik matrisin (kalıbın) doku ve organların gelişiminde hayati bir rol oynadığını göstermektedir.

Ravitz aynı zamanda psikiyatrik hastalar üzerinde de araştırma yapmış ve onların L- alanlarında psikoz dereceleriyle orantılı değişiklikler bulmuştur. Diğer ölçümler deneklerin duygusal durumları ve ruh halleri ile bağlantı sergiler gibi görünmektedir.

1948’de yapılan daha ileri bir araştırmada ipnotik trans haline sokulan bireyler üzerinde ölçümler yapılmıştır. Bu çalışmada denekleri transa sokan kişi ünlü ipnotizör Dr. Milton Erickson’dur.

L- alanı karakteristikleri ve trans hali ile ilişkili nöromüsküler değişiklikler arasındaki karşılaştırmalar, Ravitz’e, L- alanı ve trans derinliği arasında tam bir bağlantı olduğunu göstermiştir. Trans halinin sona ermesiyle birlikte büyük voltaj değişimleri kaydedilmiştir. Bu çalışmalar enerji alanlarımızın psikolojimizle ne kadar yoğun bir ilişkisi olduğunu göstermektedir.

Bu ölçümlerin deri direnci ya da yapay bir elektriksel fenomenden kaynaklandığı öne sürülebilir. Bununla birlikte Burr ölçümlerinin mümkün olabildiğince saf voltaj ölçümleri olduğunu ifade etmektedir. Ölçümü yapılan canlı sistemin bozulmaması için her türlü önlem alınmıştır. Burr, mikro voltmetrelerinin periferal sinirlerde, kan basıncında, deri direncinde değişimlerden ve terlemeden etkilenmeyecek biçimde kullanıldığını ifade eder.

Dr. D. H. Wilson ve meslektaşları (Leeds, İngiltere) elektromanyetik alanların doku yenilenmesi ve kemik iyileşmesinde oynadığı rol ile ilgilenmişlerdir. Bir deneyde iki farenin sol ön ayağındaki medyan ulnar siniri genel anestezi altında kesilmiş ve yeniden dikilmiştir. Daha sonra her iki fareden birisine her gün elektromanyetik alan tedavisi uygulanmıştır. Histolojik ve sinir iletimi incelemeleri şunu göstermiştir: Tedavi uygulanmayan farelerin 60 günde gösteremediği iyileşmeyi, tedavi uygulanan fareler 30 günde göstermiştir.

 

Kirlian Fotoğrafçılığı

 

                 

                           Semyon Kirlian                            Bir Yaprağın Kirlian İmgesi

 

Aura ve enerji alanı ile ilgili somut araştırmaların en önemlilerinden birisi “Kirlian Fotoğrafçılığı”dır. Bu teknikte kullanılan aygıta, Rus mühendis Semyon Kirlian ve eşi Valentina Kirlian tarafından geliştirildiği için “Kirlian aygıtı” denmektedir.

 Bu teknik, yüksek voltajlı, yüksek frekanslı elektriksel alan içerisine yerleştirilen bir cismin yüzeyinden yayılan ışıklı korona deşarjının fotoğraflanmasıdır. Bu tekniğin insan bedeninin enerji alanının tespit edilmesinde çok önemli bir yeri vardır.

 Kirlian aygıtıyla sürdürülen araştırmalara göre sadece insanların değil, bitki ve hayvanların da bir enerji alanı olduğu anlaşılır. Bu alanın sağlık ve heyecan hallerine bağlı olarak ışıma ve renk değişiklikleri gösterdiği saptanır.

Kirlian Fotoğrafçılığı yöntemi günümüzde Rusya’da birçok hastanede hastalıkları teşhis etmek amacıyla kullanılmaktadır. Ayrıca Batı ülkelerinde de bu konuda hayli araştırmalar yapılmakta ve birçok alanda bu teknikten yararlanılmaktadır.

 Bu yöntemle tespit edilen enerji alanına “korona” ismi verilir. Burada fotoğrafı çekilen şey, yetenekli insanların algılayıp tarif ettikleri anlamda bir “aura” değildir. İnsan Enerji Alanının fiziğe yakın bir bölümünü temsil etmekle birlikte yine de kişinin gerek fiziksel sağlığı gerekse psikolojik durumu hakkında çok açık ve net bazı bilgiler sağlamaktadır.

Ostrander ve Schroeder “Demirperde Ardındaki Psişik Keşifler” isimli kitaplarında, Kirlian tekniği ile yapraklarda herhangi bir hastalığa ait fiziksel belirtiler ortaya çıkmadan önce koronada tespit edildiğini rapor eder.

 Ostrander ve Schroeder kitaplarında,  Sovyet şifacı Albay Alexei Krivorotov hakkındaki bir araştırmadan bahsetmişlerdir:

“Hasta üzerinde bir ısı hissine sebep olduğu anda Krivotorov’un ellerinde genel parlaklık azaldı ve ellerinde küçük bir bölgede odaklanmış yoğun bir parlaklık ortaya çıktı. Bu sanki ellerinden akan enerjiyi lazer gibi odaklayabildiğini gösteriyordu.”

Bu raporlar batılı araştırmacıların ilgisini uyandırır. New Jersey’deki Newark Mühendislik Kolejinden E. Douglas Dean, Ethel E. De Loach adlı bir ruhsal şifacıyla benzer deneyler yapar. Dean, bu şifacının parmaklarını normal haldeyken ve şifa yaptığını düşünürken resimler. Denek şifa yaptığını düşündüğü her seferinde yayınımlar ve ışıklar çok daha geniş olmaktadır.

“Ethel bir seferinde şifa yapıyordu. Bana yeşil renkte isteyip istemediğimi sordu. “Aman Tanrım, evet! Ismarlama üzerine yeşil yapabileceğini söylemek istiyorsun,” dedim. “Evet,” dedi. Sonra aletleri hazırladık ve yeşil renkli ışımanın resmini çektik.”

Bir başka deney serisinde UCLA‘dan Dr. Thelma Moss ve ekibi, insanlar ve bitkiler arasındaki etkileşimleri incelemiştir. Bu araştırmada “yeşil parmaklı” olduklarını iddia eden şifacılar ile çalışılır.

Yeşil parmaklılar, baktıkları bitkileri coşturma yeteneğine sahip insanlardır. Her deneyde bir deney bir de kontrol yaprağı kullanılır. Aynı bitkiden koparılan iki yaprağın, koparıldıktan hemen sonra Kirlian tekniği ile fotoğrafı çekilir. Sonra her bir yaprak kesilir ve tekrar fotoğraflanır. Kesme işlemi yaprağın enerji alanının sönükleşmesine neden olur.

Daha sonra “şifacı” elini 2–3 cm yaklaştırarak deney yaprağının üzerinde bir süre tutar ve bu yaprak tekrar fotoğraflanır. Yirmi “yeşil parmaklı” gönüllünün büyük bölümü tedaviden sonra yaprağın parlaklığında artışa sebep olmayı başarır. Bu yapraklar, herhangi bir işlem yapılmayan kontrol yapraklarıyla kıyaslandığında haftalarca süreyle daha parlak kalır!

Moss ve yardımcıları bir başka deneyde “kahverengi parmaklı” olduklarını ileri süren denekler bulur. Bu kişiler baktıkları bitkilerin hastalandığını ve öldüğünü söyleyen kimselerdir. Bu deneklerle aynı deneyler yapıldığında yaprağın etrafındaki koronanın kaybolduğu görülür.

 

                                 

                                Dr. Olga Worall                                    Dr. Thelma Moss

 

Amerika’nın en tanınmış şifacılarından birisi olan Dr. Olga Worrall, enerji etkileşimleri üzerinde bilinçli kontrol sergileyebilmektedir. Olga Worrall ile yapılan ilk deneyde yaprağın enerji alanı tamamen yok olur. Buna oldukça şaşıran araştırmacılar durumu anlatır. Worrall, resimlere bakar ve yapraklara çok fazla enerji verdiğini bu nedenle deneyi tekrarlamayı ister. Deney tekrarlanır. Kesilen yaprağa daha az enerji yükler. Yaprağın parlaklığı artar.

Enerji alanı ya da aura ile ilgili önemli bir kavram da Sovyetlerin biyolojik plazma kavramıdır. Bu kavram, 1944 yılında fizikçi ve mühendis olan V. S. Grischenko tarafından ortaya atılmıştır. Kazakistan’ın Alma-Ata şehrindeki Kirov Devlet Üniversitesinde biyofizikçi olan Dr. Victor Inyushin ise biyolojik plazma bedenin önde gelen teorik savunucularından biridir. İnsan bedeninin etrafında olduğu kabul edilen plazma, maddenin dördüncü hali olarak ele alınır.

Günümüzde pek çok bilim adamı sadece fiziksel bedenden ibaret olmadığımızı, enerji alanlarından da oluştuğumuzu kabul eder. Bu enerji alanların varlığını veya organların elektriksel eylemlerini ölçebilen aletler geliştirilmiştir.

                                                              

                                       

                                               Konstantin Korotkov                  GDV cihazı      

 

Rus asıllı fizik mühendisti olan Konstantin Korotkov’un, Kirlian tekniğinden yola çıkarak geliştirdiği GDV cihazı ile fizik beden, astral, mantal ve ruhsal bedenlerin enerjetik durumu hakkında oldukça isabetli sonuçlar alınmaktadır. Organların şu anki sağlık durumları ile ileriki zamanlarda gösterebileceği sorunlar tespit edilebilmektedir.

Şimdilerde süper iletken kuantum girişim aygıtı yardımıyla bedenin çevresindeki elektromanyetik alanları ölçüyorlar. Bunu yaparken cihaz bedene bile değmiyor. New York Üniversitesinden Dr. Samuel Williamson’a göre, SQUID yardımıyla beyin fonksiyonları hakkında, EEG’den bile daha iyi bulgular elde edilmektedir.

 

 Tıp Doktorlarının Enerji Alanı İle İlgili Gözlemleri

 

Çeşitli Araştırmalar

1911’de, bir tıp doktoru olan Dr. William Kilner, renkli ekranlar ve filtrelerden görülen İnsan Enerji Alanı üzerine çalışmalarını bir rapor haline getirmiştir. Kilner’a göre bu “aura” yaşa, cinsiyete, zihinsel kapasiteye ve sağlığa bağlı olarak herkeste değişiklik gösterir. Belirli hastalıklar, aurada yamalar ya da düzensizlikler olarak görülür.

Bu şekilde teşhis koyduğu bazı hastalıklar; karaciğer enfeksiyonu, tümörler, apandisit, epilepsi ve histeri gibi psikolojik bozukluklardır.

1900’lerin ortalarında, Dr. George De La Warr ve Dr. Ruth Drown canlı hücrelerden yayılan radyasyonu ortaya çıkarmak için yeni cihazlar geliştirmişlerdir. Radyonik denen bu saptayıcı sistem, hastalığı biyoenerji yoluyla bulma, teşhis etme ve iyileştirme amacını taşır.

Dr. Lawrence Bendit ve Phoebe Bendit, 1930’larda insanın enerji alanı ve sağlık, şifa, ruhsal gelişim gibi konular üzerinde araştırmalar yapmışlardır. Çalışmaları, daha çok bedensel sağlık ve şifanın temelini oluşturan güçlü esiri biçimlendirici kuvvetler hakkında bilgi ve anlayışı geliştirme üzerine yoğunlaşmıştır.

 

Dr. Valerie Hunt ve Araştırmaları

UCLA’da görevli bir kinesiyoloji profesörü olan Valerie Hunt 1980’li yıllarda insan enerji alanının varlığını deneysel olarak saptayacak bir teknik geliştirmiştir. Tıp bilimi zaten, insanların elektromanyetik varlıklar olduğunu uzun süredir kabul etmiş bulunmaktadır. Valerie Hunt yaptığı laboratuar ölçümlerinde insanın enerji alanının beyne göre daha erken tepki verdiğini bulgulamışt��r.

Doktorlar, elektrokardiyograf (EKG) ile kalpten gelen elektrik akımlarını, Elektroansefalogram (EEG) ile beyinden gelen elektrik akımlarını ölçerler. Hunt, kasların elektriksel eylemlerini ölçen bir araç olan elektromiyografın (EMG) aynı zamanda insanın enerji alanının varlığını da algılayabildiğini keşfeder.

Dans ederken kendi enerji alanından yararlanmakta olduğunu söyleyen bir dansözle karşılaştıktan sonra insan enerji alanıyla ilgilenmeye başlar. Önce dans eden kişilerin kaslarındaki elektriksel eylemlerini ölçer. Daha sonra Ruhsal şifa yaptığını söyleyen insanların, tedavi sırasında kaslardaki elektriksel eylemler üzerinde oluşturmakta oldukları iyileştirici etkiyi bu yolla inceler.

Giderek, insan enerji alanını görebilen bireyleri de araştırmasının kapsamına alır. Beyindeki elektriksel eylemlerin olağan frekansı saniyede 0 ile 100 cps (saniyedeki çevrim sayısı) arasında değişmekte ve bu eylemlerin çoğu 0 ile 30 cps arasında yer almaktadır. Kas frekansı ise 225 cps’ye kadar çıkar ve kalpte 250 cps’yi bulur. Hunt bunlara ek olarak elektromiyografın elektrotlarının, bedenden yayılan başka bir enerji alanını da kayıtlayabildiğini keşfeder.

Bu enerji alanı geleneksel olarak kabul edilen beden elektriklerinden daha süptildir ve daha az bir genliğe sahip olmakla birlikte, frekansları 100 ile 1600 cps arasında değişir. Bu alanın beyinden, kalpten ya da kaslardan yayılmadığını saptar. Alandaki elektriksel etkinin en güçlü olduğu yerlerin şakralara karşılık gelen bölgeler olduğunu tespit eder.

Hunt ayrıca aura gören bir kimse, enerji alanında belirli bir renk gördüğünde elektromiyografın hep belirli bir frekans örneğini algılamakta olduğunu da keşfetmiş ve artık bu rengi tanır olmuştur. Hatta deneylerinden birinde, birbirleriyle aynı görüşte olup olmadıklarını anında anlayabilmek için sekiz aura okuyucusunu osiloskopla denetler. “Bunların hepsinin söylediği de tümüyle aynıydı.” der.

Hunt’un en şaşırtıcı buluşlarından birisi de, bir kimsenin yetenek ve becerilerinin, enerji alanında bulunan belirli frekanslarla ilişkili olduğudur. Bir kişinin şuurunun başlıca odağı maddi dünya ise, enerji alanı frekansları daha düşük olma eğiliminde olup 25 cps dolaylarındadır. Öte yandan, psişik ya da şifacı nitelikler taşıyan bireylerin frekansları 400 ile 800 cps arasında değişmektedir. Transa girebilen ve görünüşe göre, diğer bilgi kaynaklarına kanal olabilen kişiler bu frekansları tümüyle aşmakta ve 800 ile 900 cps arasındaki dar bir bant üzerinde çalışmaktadırlar.

 

Dr. Şefika Karagülle ve Çalışmaları

                                   

                                    Shafica Karagulla MD                            Dora Kunz   

 

1950’li yıllardan itibaren enerji alanını ciddiyetle inceleyen tıp uzmanlarından birisi de nörolog ve psikiyatrist Şefika Karagülle’dir.

Karagülle tıp doktorluğu ve operatörlük tahsilini Lübnan’da, Beyrut’daki Amerikan Üniversitesinde; psikiyatri eğitimini de, İngiltere’deki Royal Edinburg Zihinsel ve Sinirsel Hastalıklar Hastanesinde, ünlü psikiyatrist Prof. Sir David K. Henderson’la birlikte yapmıştır. Ayrıca bellek üzerinde çok önemli araştırmalar yapan Kanadalı ünlü sinir operatörü Wilder Penfield’in araştırmalarında yardımcı olarak üç buçuk yıl çalışmıştır.

Karagülle işe bir şüpheci olarak başlar. Aurayı görebilen pek çok bireyle karşılaştıktan ve bunların gördüklerine dayanarak son derece isabetli hastalık teşhisleri yaptıklarını gördükten sonra bu yeteneği kabul etmek zorunda kalır ve bu konuyu incelemeye karar verir.

 Karagülle, insan enerji alanını görme yeteneğine (higher sense perception)  “yüksek duyum algılaması” = YDA adını verir. 1960’da tıp uzmanları içinde böyle bir yetiye sahip bireyler bulunup bulunmadığını araştırmaya koyulur. Bu yeteneğe sahip olduğu söylenen doktorlar önceleri onunla konuşmayı reddeder. Karagülle, kendisini reddeden ve bu tip yeteneği olduğu bilinen bir doktordan hasta olarak randevu alır.

Doktorun muayenehanesine gittiğinde, kendisini fiziksel bir muayeneden geçirmemesini, yüksek duyum algılamasını kullanmasını rica eder. Köşeye sıkıştırılmış olduğunu gören doktor sonunda buna razı olur.

“Pekala, olduğunuz yerde kalın ve bana hiçbir şey söylemeyin” dedikten sonra onu süzer ve sağlığı konusunda, ileride operasyon gerektirecek bir hastalıkla ilgili bilgiler verir. Karagülle de kendisine gizliden gizliye bu teşhisi zaten koymuştur. Karagülle, “Söylediği her şey ayrıntılarına varıncaya dek doğruydu.” demektedir.

Karagülle, benzer yeteneklere sahip birçok doktorla konuşmuş ve bu konuşmalarının sonuçlarını Breakthrough to Creativity “yaratıcılığa doğru atılım” adlı kitabında anlatmıştır. Bu doktorların çoğu, benzer yeteneklere sahip olan başka bireylerin varlığından habersizdir. Kendilerini tek başlarına ve bu anlamda garip varlıklar olarak görmektedirler. Bununla birlikte hepsi de değişmez bir biçimde bedenin çevresinde ve bedenin tümüne sinmiş bir “enerji alanı” ya da “hareketli bir frekans ağı” görmekte olduklarından söz etmişlerdir.

Bu doktorlardan bazıları şakraları da görür, ancak bu terimden habersiz oldukları için bunları, “belkemiği boyunca belirli yerlerde bulunan ve endokrin sistemi etkilemekte olan enerji girdapları” olarak tanımlar. Meslekî ünlerine zarar vermemek için bu yeteneklerini bir sır gibi saklar.

Karagülle kitabında, onlardan takma adlarıyla söz etmekte, ancak aralarında ünlü cerrahlar, Cornell Üniversitesi tıp profesörleri, büyük hastanelerden bölüm başkanları ve Mayo Klinik’in doktorları bulunduğunu da belirtmektedir. “Bunlardan çoğu bu yetenekleri konusunda biraz rahatsızlık duyuyor, ancak yararlı gördükleri için hastalık teşhislerinde kullanıyorlar” demektedir.

Dr. Karagülle yukarıda söz ettiğimiz “yaratıcılığa doğru atılım”da Diane takma adını verdiği olağanüstü yetenekli bir durugörürden söz eder. Ölümünden sonra yayınlanan son kitabı “The Chakras and the Human Energy Fields”, “Şakralar ve İnsan Enerji Alanı” adlı eserinde bu durugörürün Dora Kunz olduğunu açıklar.

 Dora Kunz olağanüstü bir durugörü yeteneğine sahip bir bayandır. Dr. Karagülle Dora Kunz’la çok fazla sayıda ve etkileyici deneyler yapmıştır. Bu çalışmalar çok orijinal ve otantik çalışmalardır. Dora Kunz’un hastalıklar ve organlar hakkında sıradan insanların bilebileceğinden öte hiçbir tıbbi bilgisi yoktur. Buna rağmen onun enerji alanlarını yorumlayarak yaptığı teşhisler tıbbi teşhisler ile örtüşür. Enerji alanının yanı sıra sanki bir röntgen cihazı gibi iç organların durumunu da açıkça görebilmektedir.

 Dr. Karagülle ile yaptıkları bir deneyde bir hastanın beyninin bir kısmının olmadığını görmüş ve böyle bir şeyin mümkün olamayacağını düşündüğü için yanıldığını zannetmiştir. Oysa gerçekten de hastanın geçirdiği bir rahatsızlıktan dolayı beyninin bir kısmı alınmıştı.

Dora Kunz’un tanımladığı insan enerji alanı,  fiziksel bedenin hem dışında hem de içinde ona nüfuz etmiş bir şekilde parlayıp sönen bir ışık ağı biçimindedir. Bu enerji bedeni yoğun fiziksel bedenin sınırlarını aşmakta ve yaklaşık olarak 5 santimetrelik bir mesafeye yayılmaktadır. Kunz, fizik bedendeki herhangi bir hastalığın öncelikle bu enerji bedende belirdiğini, hastalık ortaya çıktıktan sonra da enerji alanındaki bozukluğun devam ettiğini söyler.

 Kunz, bu enerji beden içerisinde 8 adet büyük güç girdabı ve birkaç küçük girdap tanımlar. Bunlar şakralara karşılık gelmektedir. Kunz’a göre enerji, spiral koniler biçiminde bu girdaplardan içeri ve dışarı hareket etmektedir. Bu büyük girdaplardan yedi tanesi bedenin salgı bezleriyle direk ilişkilidir. Kunz onları fizik bedendeki hastalıklarla da ilişkilendirir.

Bu girdapların beş tanesi omurga boyunca yerleşmişti. Bedenin sol yanında, dalak ve pankreas bölgesinde yerleşmiş bir başka girdap daha vardı. Diğer iki büyük girdabın birisi alında diğeri başın üstünde yerleşmişti. Kunz’un özellikle doğu literatürlerinde söz edilen ve kendisinden önce başka durugörürler tarafından da saptanmış olan enerji merkezleri yani şakralar hakkında son derece tutarlı gözlemleri olmuştur.

Dr. Karagülle, Kunz ile yaptığı deneylere ilk önce sağlıklı kişiler üzerinde gözlem yaparak başlar. Bu gözlemler, hastalık durumuyla kıyaslamak için bir temel teşkil edecektir. Kunz gün be gün sağlıklı kişiler hakkında raporlar vererek onların enerji bedenleri, şakraları, fiziksel organları, salgı bezleri, sinirleri ve dokuları hakkında tanımlamalar yapar.

Karagülle Kunz’la yaptığı ilk deneylerden birisini kendi ifadeleriyle şöyle anlatıyor:

“Bir bayan arkadaşım ve eşi sağlıklı kişileri değerlendirme programımıza kobay olarak katılmaya razı oldu. İlk değerlendirmede Dora, onları çok sağlıklı gördüğünü söyledi. Bir yıl sonra bir gün eşlerden erkek olanı bana uğradı ve ben de Diane’den onu bir kez daha muayene etmesini istedim.

Diane muayene ettiği kişinin yanında her şeyi anlatmakta tereddüt ediyordu. Bana bunu işaret etti ve değerlendirmesinin geri kalanını o gittikten sonra anlattı. Enerji bedeninde bir yıl önce olmayan yarıklar ve bozukluklar olduğunu söyledi. Bu durumu tarif etti ve bunun bir ya da bir buçuk yıl içerisinde çok ciddi bir fiziksel rahatsızlığa yol açacağını ve kalçalarının kötü bir duruma geleceğini söyledi.

Diane’ın gözlemlerinin bir hastalığın başlangıcını öngörme hakkında bile oldukça isabetli olduğunu anlamaya başlamıştım. Bu durumu eşine anlattım. Tıp açısından kendisine söyleyebileceğimiz herhangi bir şey olmadığı için bu durumu kocasına anlatmamaya karar verdik. Onları, yıllardır yapmayı planladıkları dünya seyahatine çıkmaları için teşvik ettim. Eğer Diane’in söyledikleri doğru çıkarsa hiç değilse sağlıklı olduğu zamanı iyi geçirmelerini istiyordum. Gerçekten de adamda 18 ay içerisinde giderek kötüleşen Parkinson hastalığı ortaya çıktı ve kötü duruma gelen kalçaları sebebiyle bir operasyon için hastaneye yatmak zorunda kaldı.

Diane bu durumun bir prekognisyon (önceden bilme) olmadığını söylüyordu. Çünkü enerji alanı hastalığın fizik bedende ortaya çıkmasından aylar önce durumu açıkça göstermekteydi. Çalışmalarımızın devamında Diane, birçok kez enerji alanında gördükleriyle bir hastalığın ortaya çıkışını ya da bir hastalığın gelişimine ait işaretleri önceden tahmin etmiştir. O daima bu enerji örüntüsünün her noktada fiziksel bedenle yakından ilişkili olduğunu tanımlamıştır.”

Dr. Karagülle çok sayıda sağl����klı bireyi gözlemledikten sonra artık hasta kişilerin enerji alanlarını incelemeye karar verir ve bu gözlemleri iki kategoride yürütür.

 Birinci grup tıbbi geçmişlerini iyi bildiği kişilerden oluşur. İkinci grup hakkında hiçbir şey bilmediği hastalardır. İkinci gruptakilerin kayıtlarını daha sonra inceleyerek sonuçları değerlendirecektir. Bu yöntemin sebebi Kunz’un kendisinin zihnini okuma olasılığını ortadan kaldırmak istemesidir.

Bir hastanenin endokrinoloji bölümüne gidip oradaki bekleme odasında bulunan hastalar üzerinde gözlemler yapılır. Dr. Karagülle rastgele birisini seçer ve hastaların hiçbir şeyden haberi olmaz. Kunz’un gözleminden sonra Karagülle seçtikleri hastanın tıbbi raporlarını inceler ve her seferinde hayrete düşer.

 Karagülle, Reichenbach’ın çalışmalarını incelediği sıralarda bir gün, Dora Kunz’a kristallerin ya da mıknatısların etrafında herhangi bir şey görüp görmediğini sorar. Kunz buna biraz şaşırarak her şeyin etrafında bir güç alanı olduğunu söyleyerek cevap verir. Onun için bu alanları görmek bir çiçeğin renklerini görmek kadar normaldir.

 

Mıknatıs Deneyleri

İlk deneyde Karagülle kutupları işaretlenmemiş bir mıknatısla gelir. Kunz hemen kuzey ve güney kutuplarının hangisi olduğunu söyler. Bunu nasıl anladığı sorulunca “kuzey kutup her zaman mavi, güney kutup her zaman kırmızımsı bir renk yayar” diyerek cevap verir.

İkinci deneyde Karagülle, işaretlenmemiş bir mıknatıs alır ve kutuplarından birisini sağ elinin avuç içine doğru yaklaştırır ve Kunz’a ne gördüğünü sorar. Kunz avuç içine doğru kırmızımsı bir sis gördüğünü söyler. Bu, mıknatısın güney kutbu olduğunu gösterir.

 

Diğer Araştırmacılar

New York Üniversitesi, yüksek hemşire okulu profesörlerinden Dr. Dolores Krieger, tanınmış bir Macar şifacı olan Oscar Estebany’nin yeteneklerini inceledikten sonra insan enerji alanıyla ilgilenmeye başlamıştır.

Krieger, Estebany’nin, yalnızca enerji alanlarını düzenlemek suretiyle hastaların hemoglobin düzeylerini yükseltebildiğini görünce, söz konusu gizemli enerjiler hakkında daha çok bilgi edinmeye çalışmıştır. Prana, şakralar ve aura konularında yoğun bir çalışmaya girişmiş, sonunda az önce söz ettiğimiz Dora Kunz’un öğrencisi olmuştur. Kunz’un rehberliğinde insan enerji alanındaki tıkanmaları nasıl hissedebileceğini ve elleriyle bu alanı düzenleyerek hastaları nasıl iyileştirebileceğini öğrenmiştir.

 

                           

                              Dolores Krieger                                   Dr. John Pierrakos

 

Krieger, Kunz’un tekniklerinin dev bir tıbbi potansiyele sahip olduğunun farkına varınca, öğrendiklerini başkalarına da öğretmeye karar vermiştir. Aura ve şakra gibi terimlerin birçok sağlık uzmanında olumsuz çağrışımlar yapacağını bildiği için kendi iyileştirme yöntemine “Terapötik Temas” adını verir. Terapötik Temas tekniğini öğrettiği ilk sınıf New York Üniversitesi’nde master düzeyindeki hemşireler olmuştur.

Kurs ve öğretilen teknik o denli başarılı olmuştur ki Krieger o zamandan beri, terapötik temas tekniğini binlerce hemşireye öğretmiştir ve bu teknik artık dünyanın pek çok ülkesindeki hastanelerde kullanılmaktadır.

Dr. John Pierrakos, insan enerji alanının görsel ve sarkaçlarla ölçüm gözlemlerine dayanan yeni bir psikolojik rahatsızlık teşhis ve tedavi sistemi geliştirmiştir. Enerji bedenleri gözlemlerinden aldığı bilgi, Bio-Energetics’de geliştirilen psikoterapatik metotlarla ve Eva Pierrakos tarafından geliştirilmiş kavramsal çalışmayla uyum göstermektedir. Öz Enerjetiği (Core Energetics) diye adlandırılan bu süreç, vücut içerisindeki blokları kaldırarak, tüm seviyelerde uyumlu bir iyileştirmeyi sağlayacak dengeyi kurmaya çalışır.

Japonya’da Hiroshi Motoyama, uzun yıllar yoga çalışmış insanlardan çıkan zayıf ışığı ölçmeyi başarmıştır. Bunu, karanlık bir odada düşük ışık düzeyli bir kamera yardımıyla yapmıştır.

 

Sonuç:

Her yeni keşfin savunanları ve ona karşı duranları her çağda olagelmiştir. İnsana alışageldiği değer ve sistemleri değiştirme fikri zor gelir. Zorluk tüm sistemi de değiştirmeyi gerektirebilir ki bu pek çok kişi ve grubun işine gelmez. Ama ne kadar direnirsek direnelim, tarihsel süreç insanlığın bakışını daima değiştirir. Bu nedenle değişmeye başlayan tıp otoritelerinin bakışı daha da değişecek ve eninde sonunda tarihsel süreçlerin gerisinde kalamayıp insan enerji alanını da tıp eğitimine dahil edecektir.

Gerçeğin peşinde koşmayı ilke edinen öncül bilim adamları yeniçağın tıp, sağlık ve şifa anlayışını oluşturmakta ve oluşturacaktır. Nitekim 1900’lü yıllardan beri insan enerji alanı üzerinde pek çok bilim adamı çalışmış ve çalışmaktadır.

 Eğer İnsan Enerji Alanını, insan bedeninden yayılan tüm alanlar ya da emanasyonlar olarak tanımlarsak, İnsan Enerji Alanının birçok bilinen bölümünün laboratuar ortamında ölçülmüş olduğunu görürüz. Bunlar İnsan Enerji Alanının elektrostatik, manyetik, elektromanyetik, sonik, termal ve görsel kısımlarıdır. Tüm bu ölçümler, vücudun normal fizyolojik işlemleri ile uyum gösterir ve bunların ötesinde psikosomatik işlevler için de bir araç sağlar.

 Şüphesiz ki bu alandaki çalışmalar sürmektedir. Muhtemelen önümüzdeki yüzyılın tedavi sistemi sadece fizik bedene yönelik olmayacaktır. Tıp biliminin insan enerji alanları üzerinde teşhis ve tedavi yöntemleri geliştirmesi kaçınılmazdır. Çünkü bu alanlarla ilgili çalışmalar başlamıştır ve bu çalışmalar durdurulamaz. İhtiyaçlar insan şuurunun yaratıcılığını tetikler. Şifa ihtiyacı da bu alandaki tetikleyici olmaktadır ve olacaktır.

Dr. Leonid L. Vasiliev uzunca bir süre gizli tuttuktan sonra nihayet 1962’de bastırabildiği ‘Experiments in Mental Suggestion’ isimli eserinde şunları yazmaktadır: “Ben elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Başkaları bırakın daha iyisini yapsınlar.” İşte bilimsel bir meydan okuma…

 

Yararlanılan Kaynaklar:

Olağanüstü Parapsişik Araştırmalar, Ruh ve Madde Yayınları, Ostrander-Schroeder

Şakralar ve Enerji Alanları, Ege Meta Yayınları, Karagülle – Kunz

Olağanüstü Enerjiler, Ege Meta Yayınları, Serge K. King

Işığın Elleri, Meta Yayınları, Barbara Ann Brennan

Işığın Doğuşu, Meta Yayınları, Barbara Ann Brennan

Holografik Evren, Ruh ve Madde Yayınları, Michael Talbot

Çeşitli Web Siteleri

   
       

Sayfa başı